Her yaz olduğu gibi, bu yıl da ciğerimiz yanıyor. Ama bu sefer sadece mecaz değil; gerçekten, kelimenin tam anlamıyla ciğerlerimiz yanıyor. Ormanlarımız tutuşuyor, ağaçlarımız birer birer düşüyor, toprağımız kararıyor. Ve biz, içimiz yanarak sadece izliyoruz.
Alevlerin sarı-turuncu dansı sadece ağaçları değil; binlerce canlının evini, yuvasını, yaşamını da silip süpürüyor. Hayvanlar korkuyla zıplıyor, yanmış dallar arasında bir çıkış arıyor. Bazısı kaçabiliyor, bazısı alevlerin ortasında kalıyor. Doğanın dili yok belki ama çığlığı var – ve o çığlık her gece kulaklarımızda yankılanıyor.
Türkiye'nin ormanları sadece ağaçlardan ibaret değil; içinde tavşanlar, sincaplar, kaplumbağalar, kuşlar ve daha nice can barındırıyor. Özellikle bu canlılar doğanın sessiz ama vazgeçilmez parçası. Bu yangınlarda yitip giden sadece yeşil değil; hayat, ses, umut…
Ne yapılabilir?
Bu yangınlara karşı aslında çaresiz değiliz. Ateşin karşısında fiziki mücadele şansımız yok belki ama yapabileceğimiz çok şey var:
Farkındalık yaratmak: Her bireyin yangın riski ve doğa bilinci konusunda eğitilmesi gerek.
Gönüllü destek olmak: Lojistik, malzeme, moral yardımıyla mücadeleye katkı sağlanabilir.
Yetkililerden hesap sormak: Uçak eksikse neden eksik? Müdahale geç kaldıysa neden? Sormak görevimiz.
Ağaçlandırmaya katılmak: Yangından sonra doğayı yeniden ayağa kaldırmak da sorumluluğumuz.
Hayvanlara sahip çıkmak: Yaralı yaban hayvanlarına yardım edecek gönüllü ağları güçlendirilmeliyiz.
Kahramanlarımıza minnetle
Ekipler günlerdir uykusuz, susuz, gece gündüz demeden bu yangınları söndürmek için seferber olmuş durumda. Sadece alevlerle değil, rüzgarla, sıcakla ve ihmalin yüküyle savaşıyorlar. Onlara yalnızca can değil ayrıca minnet borçluyuz. Ama sadece alkışlamak yetmez. Bu mücadele hepimizin.
Unutmayalım
Yanan sadece orman değil…
Yanan, doğa sevgimiz.
Yanan, sessizce kaçamayan bir tavşanın son bakışı.
Yanan, bir sincabın yarım kalan yuvası.
Yanan, çocuklarımızın göreceği yeşil bir Türkiye hayali.
Ve aslında…
Yanan biziz!