Eskiden başarıya, statüye, kalabalıklara çok değer verirdim. Daha çok kişi tanımak, daha çok şey başarmak, daha çok yerde adımı duymak isterdim. Ama zamanla fark ettim ki bunların hiçbiri içimdeki boşluğu doldurmuyor. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, bir şeyler hep eksik kalıyor sanki. Sonra yavaş yavaş anladım… Aslında en önemli şey, insanın ruh sağlığı. Tıpkı vücudumuza sağlıklı besinler aldığımız gibi ruhumuzu da doğru insanlar, doğru his ve düşüncelerle beslemek çok önemliymiş. Kimlerle konuşuyoruz, hangi ortamda bulunuyoruz, bize ne hissettiriyorlar… Bunların hepsi içimizde iz bırakıyor.
Eskiden büyük tartışmaların ardından saatlerce kendime gelememeyi normal sanırdım. Bugün biliyorum ki, destekleyen bir kelime, küçücük bir anlayış, bana nefes aldırabiliyor. Artık yüksek sesli kalabalıklardan çok, içten gelen bir “Nasılsın?” sorusunun değerini biliyorum. Gülmek kadar, iç huzuruyla susabilmenin de kıymetini öğrendim.
Hayat bazen bizi, istemediğimiz yerlerde durmaya zorluyor. Ama iş işten geçmeden, kendi alanımızı korumanın ne kadar hayati olduğunu fark etmemiz gerek. Herkese açık olmak zorunda değiliz. Her tartışmayı sürdürmek zorunda da değiliz. Ruhumuza iyi gelmeyen hiçbir şeyin içinde kalmak zorunda hiç değiliz.
Daha az yoran, daha çok iyileştiren ilişkiler. Dışarıdan “az” gibi görünen ama içimizi çoğaltan insanlar… Kendi halimizle, kendi sessizliğimizle, kendi dengemizle barışık kalabileceğimiz bir hayat…
En önemlisi de seçim yaparken sadece “bu bana ne kazandırır?” diye değil. Onun yerine, “bu bana iyi gelir mi?” diye sormalıyız.
Belki her şey hemen değişmiyor ama ben ruhuma iyi geleni seçmeyi öğreniyorum. Ve bu, bugüne kadar yaptığım en kıymetli seçimlerden biri.