Hayat, bize çoğu zaman yüksek hedefler koyar. İyi hisset, mutlu ol, çalış, üret, güçlü kal, hep bir şeyler yap… Bir şekilde, kendimizden hep daha fazlasını bekler hale geliriz. Sanki insan olmak, yetmezmiş gibi. Sanki durmak, yorulmak, bocalamak, hata yapmak zayıflıkmış gibi… Ama değil.
Hayat, sadece iyi hissettiğimiz anlardan ibaret değil. Ve bunu kabul etmek, hayata karşı en büyük kabulleniştir belki de. Bazen sabahları yataktan kalkmak zor gelir. Bazen içimizde bir sebep olmadan hüzün dolaşır. Kimi günler ne üretmek isteriz, ne gülümsemek, ne de bir şeyleri toparlamak. O anlarda “benim neyim var” diye sormak yerine, “insanım” demek en doğru cevaptır aslında. Çünkü insanız.
Zaman zaman yoruluruz, kırılırız, çözülürüz. Ve bu normal. Hatta sağlıklı. Ruhumuzun dinlenmeye, duygularımızın kabarmaya, bazen de sadece durmaya ihtiyacı var. İyilik hali, sürekli bir maraton değil. Sürekliliği değil, dalgalanmayı doğamız kabul eder. Tıpkı mevsimler gibi, tıpkı denizler gibi… Bazen durgun, bazen fırtınalı.
Sosyal medya çağında hep bir “iyi görünme” hali var üzerimizde. Mutlu anları paylaşmak kolay, peki ya diğerleri? Herkesin harika kariyerleri, pırıl pırıl evleri, sonsuz enerjileri varmış gibi… Oysa perde arkasında herkesin bir hikayesi var. Ve bu hikayelerin en değerli kısmı, içtenliği.
Kendimizi sadece üretkenliğimizle, enerjimizle ya da başarılarımızla tanımlamamalıyız. Bazen yalnızca var olmak da bir şeydir. Sadece nefes almak, sadece o günü geçirmek… Sadece sen olmak. Kimseye bir şey kanıtlamadan. Kendine bile değil. Hayat, her zaman güçlü olmamızı istemez. Bazen bizi zayıfken de sever. Bizi olduğumuz gibi kabul eder. Ve işin güzeli, en çok da o zaman kendimize yakınız.
Maskesiz, beklentisiz, saf halimizle…
Bu yüzden hatırlat kendine: Her zaman iyi olmak zorunda değilsin. Yorulmak da insanlığa dahil. İleriye gitmek için bazen durmak gerek. İç sesini bastırmak değil, onunla oturup konuşmak gerek. Ve sadece kendin olarak da bu hayatta yerin var.
Unutma, bazen sadece “sen” olman yeterlidir. Ve bu da, hayattır.