Bu ülkede artık enflasyon haber değil. Asıl haber, insanların artık bu artışlara gösterdiği tepkisizlik. Markette, pazarda, faturalarda, her kalemde zam üstüne zam geliyor; ama toplumun sesi, sanki boğazına oturmuş gibi çıkmıyor. Sanki herkesin ortak dili aynı: “Yapacak bir şey yok.”
Bu hafta meyve-sebze fiyatlarına bir kez daha göz gezdirdim. Şeftali 125 lira. Kiraz, İstanbul'da tane hesabına düşmüş, Kayseri’ye ise hiç uğramamış. Eskiden bu tür haberler toplumda infial yaratırdı. Şimdi ise insanlar sadece bakıp geçiyor. Neye geçiyor? Hayata mı, açlığa mı, alışkanlığa mı?
Elektriğe, doğalgaza, temel tüketim ürünlerine gelen zamlar artık sürpriz değil. Asıl sürpriz, insanlar artık şaşırmıyor. Ekonomik kriz derinleştikçe, psikolojik eşikler de yer değiştirdi. Tepkiler suskunlukla, direniş kabullenişle yer değiştirdi.
Hükümet cephesinden gelen mesajlar da alışıldık, “Zamların farkındayız, gereğini yapacağız.” Ancak bu gereklik hep geleceğe ait. Bugün geçim savaşı veren vatandaş için bugünün önemi büyük.
Huzur arayışı mı, kabullenme mi?
Siyasi arenada da “huzur” vurgusu dikkat çekiyor. Son konuşmalarda sıkça duyduğumuz bir ifade: “86 milyonun huzura ihtiyacı var.” Kimse itiraz etmiyor. Ama sorulması gereken şu: Huzur kimin için, nasıl bir huzur?
Sosyal medya yasasıyla bastırılan eleştiriler, fişleme korkusuyla susan gençler, umudunu yurt dışına bağlayan diplomalı işsizler… Bu ülkenin huzur tanımı, sessizlik üzerine mi kurulu?
Bugün Türkiye’de her şey artıyor: fiyatlar, kaygılar, beklentiler… Ama bazı şeyler azalıyor: umut, güven, ses… Artık mesele, zamlardan daha fazlası. Mesele, toplumun suskunlaşması, alışması, kabullenmesi.
Ve bu kabulleniş, belki de bu toprakların en sessiz çığlığıdır.