Salih Karakuzu

Tarih tekerrürden ibarettir

Salih Karakuzu

Zalimliği ile meşhur Moğol hükümdarı Hülagü Han 1258 senesinde Bağdat’ı yakıp yıkar. 400.000’den fazla Müslümanı kılıçtan geçirir. Camiler, medreseler yerle bir edilir. Milyonlarca dini ve ilmi eser Dicle Nehrine atılır. Nehir günlerce kan ve mürekkep akar.

Hülagü Han, şehrin dışına kurduğu karargahtan haber gönderip o beldenin en büyük alimi ile görüşmek istediğini bildirir. Ancak kimse görüşmek istemez. Çünkü, işin içinde kelleyi kaptırmak da vardır.

Bu haber zamanın genç alimlerinden Kadıhan Hazretleri’ne ulaştığında, “Ben gidip görüşürüm” der. Herkes “bir kurban bulundu” diye rahatlar.Kadıhan Hazretleri daha tıfıl bir gençtir. Doğru dürüst sakalı bile yoktur. Ufak tefek bir cüsseye sahiptir. Görüşmeye giderken kendisine; bir deve, bir keçi bir de horoz verilmesini ister. Bunlar hemen tedarik edilir.

Kadıhan bu hayvanlarla Hülagu’nun çadırına vardığında, onları dışarıda bırakıp içeri girer. Kendisini takdim ederler. “İstediğiniz Müslüman âlim bu” derler. Hülagü Han, genci şöyle tepeden tırnağa bir süzer! Beklediği bir tip olmadığı için çok şaşırır ve “Başka birini bulamadılar mı?” diye sorar. Kadıhan hazretleri, böyle bir tepkiyle karşılaşacağını bildiği için,

Hülagü’nun sorusunu şöyle cevaplandırır: Sen görüşmek için, iri yarı boylu poslu birini istiyorsan, devemi getirdim.

Yok, yaşlı sakallı biri ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim.

Yok, sesi gür biri ile görüşmek istiyorsan, horoz getirdim. Üçü de çadırın önünde, onlarla görüşebilirsin!

Hülagü Han, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar:

Sen şöyle otur bakalım, deyip yer gösterir. Hemen arkasından ilk sorusunu sorar:

Söyle bakalım! Beni buraya getiren sebep nedir?

Kadıhan bu soruya şöyle cevap verir:

Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük, zevke sefaya daldık. Cenab-ı Hak da verdiği bu nimeti almak üzere seni gönderdi.

İkinci sorusunu sorar:

-Peki beni buradan kim gönderebilir?

-O da bize bağlı, benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, nimetin kıymetini bilir, zevk sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen burada duramazsın! Der.

Bu kısayı okunca 28 Şubat ve öncesi aklıma geldi. Sonrasında bizlere büyük nimet verildi. Nimet verilenler  esas gayelerini unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştüler, zevke sefaya daldılar. Ama şunu unutmamak lazım ki ders alınmayan tarih kendini tekrar tekrar hatırlatır.

Asıl beni üzen şeyi gene tarihten bir sözde buldum.

Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar.

Yakınlaştırılan düşman dost olmadı.

Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu.

Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu. Eba Müslim Horasani

Yukarıdaki sözleri ilk okuduğumda, siyasetçileri anlatıyor diye düşündüm. Aslında sonra sözlerin üzerinde iyice düşününce sadece iktidardakiler için geçerli değildi söylenen sözler.

Zarar vermeyeceğini, her zaman yanımızda olacağını düşündüğümüz sevdiklerimizi, dostlarımızı, arkadaşlarımızı uzak tutarız. Ne olurlarsa yakınlarımızdır. Her zaman yanımızda olur diye düşünürüz. Sonra düşmanlarımız bize yakın olabilmesi için asla yakın olamayacakları kendimize yakın kılabilmek için çabalalar sarf ederiz. Bize karşı olanlar her zaman karşıdırlar aslında. Sadece güç dengeleri açısından yanımızda gözükürler. Yanımızdan uzaklaştırdığımız dostlarımız, yakınlarımız ve sevdiklerimiz ise dünün düşmanlarının yanı başımızda saf tuttuklarını görünce, içten içe kin duymaya başlarlar. Sonra Horasani’nin dediği gibi uzaklaştırılan dostlarımız düşman olurlar. Bir gün, herkes düşman safında birleşince yıkılmamız ve beklenen son kaçınılmaz oluyor. Son geldiğinde ise, düşmanlarınızı yakınlaştırmak için uğraşlarınız sonucunda yanınızdan uzaklaştırdığınız dostlarınızı kaybetmişiz, dost gözüken düşmanlarınız ise asıl dostlarınızla ortaklıklar kurmuşlardır. Söylenen sözlerin anlamını tarihe baktığımızda tüm çıplaklığı ile görürüz ve işin en ilginci ise, ilk günde yanında olanlar, ilk günden karşısında olanlardan daha da karşıtı olurlar, uzaklaştırıldıkları günden itibaren. Her türlü kumpasta genellikle ilk uzaklaştırılanlardan çıkar, ilk hançeri vurur. Bu yüzden silkelenip kendimize gelmeliyiz.Yakınımızda hayır hak insanların bulundurmalıyız ki hatalar yapınca hatamızı söylesinler değilse yalaka insanlar etrafımızda hiç aramadığınız kadar.

Vesselam…..

Yazarın Diğer Yazıları