Bir zamanlar “haramdan sakınmak”, “dünyayı değil ahireti düşünmek” gibi kavramlarla hayatını şekillendiren bir muhafazakâr kimlik vardı bu ülkede. Gösterişten, lüksten, şatafattan uzak, sade bir hayatı erdem sayan bir anlayış… Şimdi öyle bir noktadayız ki, dudaklarımızı uçuklatan “yenilikler” her gün karşımıza çıkıyor.
Fuhuş operasyonlarında muhafazakâr ailelerden çıkan isimler, uyuşturucu partilerinde tesettürlü figürler, lüks araba pozlarının altına yazılmış “elhamdülillah” notları... Hangisini söyleyelim?
Artık abdest bozmayan su geçirmez ojemiz, abdeste mani olmayan rujumuz bile var. Estetikten protez tırnağa kadar her şeyin “helal” sertifikası var. Helal likör, helal şampanya… Ne ararsanız var. Yeter ki vicdanlarımızı rahatlatacak bir kılıf bulunsun!
Bunları yazarken kimsenin yaşam tarzına müdahale niyetinde değilim. Ama sorun şu ki, yıllarca “değerler” üzerinden siyaset yapanlar, şimdi bu değerlerin içini boşaltan bir yaşam biçimini kutsar hale geldiler. Tüketim kültürüyle sarılmış, İnstagram estetiğiyle süslenmiş “modern muhafazakârlar”, geçmişte eleştirdikleri yaşam tarzlarının birebir kopyasını yaşıyor. Üstelik bunu yaparken, hâlâ “ahlak”, “inanç”, “değerler” söylemini dillerinden düşürmüyorlar.
Bir dönem eleştirilen ‘Batılı’ yaşam tarzı, sadece şekil değiştirerek muhafazakâr ambalaja büründü. Lüks villaların bahçesinde çekilen “tevazu” pozları, marka düşkünü paylaşımların altına iliştirilen ayet mealleri... Yani dindarlık dekor oldu.
Burada mesele o ruj değil, o oje değil. Mesele, inançla gösterişin, takva ile lüksün, sadelikle tüketimin bu kadar iç içe geçmiş olması. Mesele, dine saygı değil, dini şekiller üzerinden pazarlayan bir piyasalaşma düzeni…
Eğer bir şey "helal" damgası taşıdığı için vicdanlar susuyorsa, orada inanç değil, sadece ambalaj vardır.
Yani kısaca şunu söyleyebilirim, inancı yaşamakla, inancı gösterişe dönüştürmek arasındaki derin bir fark var. Asıl meselemiz şu, dindarlığın piyasalaşması, içi boşaltılmış bir “helallik” algısının her şeye örtü gibi serilmesi…