Günümüz müzik listelerine göz attığımızda hızlı ritimler, birbirine benzeyen sözler ve kısa süreli hit şarkılar görüyoruz. Oysa eski bir şarkı çaldığında, ister istemez duruyoruz. Sözlerini ezbere bildiğimiz, melodisinde çocukluk anılarımızı bulduğumuz, sadece kulağımıza değil, ruhumuza da değen parçalar…
İnsan zihni, duygusal yoğunluğu yüksek dönemlerde duyduğu müzikleri uzun süre belleğinde saklıyor. Özellikle gençlik çağlarında dinlenen şarkılar, kimliğimizin sessiz bir parçası haline geliyor. O şarkılarla sadece melodileri değil, hayatın farklı dönemlerindeki hayallerimizi hatırlıyoruz.
Eski şarkılar, teknolojiye değil daha çok insan emeğine dayanıyordu. Şarkı sözlerinde bir derdi anlatma kaygısı vardı. Melodiler el emeği gibiydi… Stüdyoda binlerce efektle yapay bir mükemmellik yaratılmaya çalışılmazdı. Bu yüzden seslerde samimiyet vardı. Hissediyorduk, çünkü gerçekten hissettirilmek isteniyordu.
Şimdi ise her şey daha hızlı, Bir şarkı patlıyor, üç ay sonra kimse hatırlamıyor. Oysa Sezen Aksu’nun, Barış Manço’nun, Gökhan Türkmen'in şarkıları hâlâ hayatımızın fon müziği olmaya devam ediyor. Çünkü onlar sadece şarkı yapmadılar; birer duygu arşivi yarattılar
Belki de bu yüzden, bazen trafikte eski bir şarkıya denk geldiğimizde camdan dışarı bakıp hafifçe gülümsüyoruz. O anda yaşadığımız her şey o şarkının içindeki bir zamana karışıyor.