Bir zamanlar çocukların top oynadığı, kadınların kapı önünde sohbet ettiği, komşuların birbirine “bir şey lazım mı?” diye sormadan markete gitmediği mahalleler vardı.
O mahallelerde kapılar tam kapanmaz, biri içeriye gelince “hoş geldin” denmeden çay demlenmezdi. Şimdi kapılar daha sıkı kapalı, göz göze gelmeden yaşanıyor, selam vermek bile neredeyse tuhaf karşılanıyor.
Şimdi ise güvenlik kaygıları ve tüketim odaklı yaşam tarzı mahalle kültürünün yavaş ama derin bir şekilde çökmesine neden oldu. Artık insanlar tanımadıkları komşularla aynı binada yaşarken “güvenlikli site” adı altında yüksek duvarların ardına sığınıyor. Eskiden çocuğunuzu gözünüz kapalı sokakta bırakabilirdiniz, şimdi ise camdan dışarıya bakmadan oyun oynayan bir çocuğun sesi bile yok.
Özgürlük ve bireysellik şu an aynı kefeye konuluyor. Bireysellik neydi? yalnızlık, yabancılaşma ve duygusal yoksunluk... Hepsinin karışımıdır.
Yalnızlaşan insanlar dayanışma ağını kaybediyor. Her sorunun çözümünü internetten arayan insanlar eskiden olduğu gibi “komşuya danışmak” ya da birlikte çözüm üretmek gibi alışkanlıklarını da kaybetti. Sitenin yönetimi apartman aidatı ya da WhatsApp grupları bir düzen kuruyor ama insan ilişkisini kuramıyor. Bir çocuk hasta olduğunda kapı çalınıp “Bir şeye ihtiyacınız var mı?” diyen yok. Çünkü artık ihtiyaç sahibi olduğumuzu kabul etmeye bile çekiniyoruz.
Bu durumun toplumsal yansımalarına baktığımız zaman empati kuramayan kişiler, güven duygusunu yitirmiş çocuklar, yalnızlıkla mücadele eden yaşlılar ve her şeyden çok “bize ait bir yer” hissini kaybeden toplumlar ortaya çıktı.
Peki, mahalle kültürü geri gelir mi? Hayır. Çünkü önce insan insana ihtiyaç duyar demek lazım. Şu an gelinen bu noktada bunu insanlara kabul ettirmek çok zor…