Ayşegül Şerife Akçakaya

Kül Olduğumuz Yerler

Ayşegül Şerife Akçakaya

Bazı acılar vardır anlatmaya kelimeler yetmez. Gözünüzle görmeseniz de kalbiniz bilir. İşte orman yangınları da öyle bir yara… İçimizde bir yer tutuşur sanki haberi ilk duyduğumuz anda. “Hatay yanıyor” dediklerinde, sadece bir şehir değil, bir parçamız alev aldı sanki. İzmir’in, Bilecik’in üstünü örten duman sadece gökyüzünü değil, yüreğimizi de kararttı.

Bazen insan hiçbir şey yapamamanın yüküyle eziliyor. Ekrana kilitlenmiş, elleri bağlı bir şekilde izliyoruz olanı biteni. Her ağaç devrildiğinde sanki biri omzumuza dokunup “geç kaldınız” der gibi oluyor. Oysa o ağaçlar yıllarca büyür, dallarında kuşlar yuva yapar, altında çocuklar oynar... Ve şimdi hepsi, yalnızca birkaç saatte küle döndü.

Çok değil, geçen yaz da aynı acıyı yaşamıştık. “Bir daha olmasın” demiştik hep bir ağızdan. Ama unuttuk. Unutturduk. Belki zamanla içimizdeki yangın küllenmiştir ama doğa affetmedi, unutmadı. Her yıl bizi tekrar tekrar uyandırıyor, “Ben varsam sen varsın” diye haykırıyor.

Bana en çok dokunan, ağaçların sessizce yanması. Ne bağırabiliyorlar ne kaçabiliyorlar. Bir çam ağacı kaç yılda büyür bilir misiniz? 20 yıl… 30 yıl… Ve yalnızca birkaç saatte kül oluyor. Toprağın dili olsa anlatırdı o acıyı, ama biz anlamayalım diye susuyor sanki. Hele o alevlerin arasında kalan hayvanlar… Kaçmaya çalışan bir kirpi, yanmış bir kuş, ağaca sarılmış bir sincap… İnsanın boğazında düğümlenen bir sızı oluyor bu görüntüler.

İklim krizi diyoruz, rant diyoruz, sabotaj ihtimali konuşuluyor… Ama ne denirse densin, sonuç aynı: Geri gelmeyen ormanlar, geri gelmeyen canlar ve gözümüzün önünde tükenen bir doğa.

Yetkililer açıklama yapıyor, sosyal medya yardım çağrılarıyla dolup taşıyor. Ama içimizde bir yer eksiliyor, farkında mısınız? Çünkü yangın sadece ağaçları değil, insanın içini de yakıyor. Güvende hissettiğimiz, nefes aldığımız, serinlediğimiz yerler birer birer yanarken insan neye tutunur ki?

Belki de artık sadece söndürmeye değil, korumaya da başlamalıyız. Yangınlar çıktığında değil, çıkmadan önce el ele vermeliyiz. Herkesin sorumluluğu var bu toprakta: Devletin, belediyelerin, köylünün, şehirlinin… Ve elbette bizlerin. Çünkü doğa susar, ama unutmaz. Bugün yanan bir orman, yarın nefessiz kalacak bir çocuk demek. Bugün duman altında kalan bir şehir, yarın suya hasret bir gelecek demek.

Bu satırları yazarken Hatay’ın, İzmir’in, Bilecik’in ormanlarında hala alevler dans ediyor olabilir. Ama bir gün, o küllerin içinden yine bir filiz yeşerir mi dersiniz? Belki… Ama unutmayalım: O filizin tekrar tutunması için yalnızca suya değil, bizim vicdanımıza da ihtiyacı var.

Yazarın Diğer Yazıları