YARATILIŞTA hiç kimse kötü değildir. Çünkü; “hiç kimse kötü doğmaz.” İnsanın iyi ya da kötü olmasını hayat belirler.
Onun için her doğan hayatın başlangıcında suçsuz, günahsız ve masumdur.
Ancak masum doğmuş olan her çocuk kendi benliğini oluşturacak olan yeni gen haritasına, ana babasının genlerinden de bazı özellikler alarak “kendine özgü” yeni bir kişilik oluşturmaya yönelik yeni bir gen haritasıyla doğar.
Bu haritada bazı kişilik rotaları elbette önceden bellidir.
Çocuğun o haritaya göre özünde olan bazı şeylere yönlenmesi çok daha kolaydır.
Çünkü; “insan bir damla sudan” meydana gelmiştir. Dolayısıyla yönlendirildiği her yöne, her yere kolayca akar. Çünkü izden yürümek kolaydır.
Demek ki çocuk, ana babasından kalıtım yoluyla aldığı bazı özelliklerin yanı sıra, daha doğmadan önce de ana rahminde bazı şeyleri şuursal akılla öğrenerek benliğine, kendi akli iradesi dışındaki bir oluşumla oluşturulup yerleştirilerek doğmaktadır.
İşte her insan için “ilahi kader” denilen hayat çizgisi burada oluşturulmaktadır.
Bunun en büyük sebeplerinden biri, gelecek hayatın önceden kime ne göstereceği bilinmediğinden anasından doğan her varlığın (çocuğun) doğum sonrası yaşayıp hayata tutunması için daha ana rahmindeyken şuursal akılla birçok uzuvsal alışkanlıklar kazanarak doğarlar.
Doğunca da bu alışkanlıklarını “iyi ya da kötü” yönde geliştirerek kendilerine huy edinirler.
Alışıp edindikleri bu huylarından dolayı da insanlara halk arasında denilmiştir ki; “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o’dur.”
Onun için de denilmiştir ki, “can çıkmadan huy çıkmaz.”
Demek ki, huy canın altında olduğundan çocuğun gen haritasında ana babasının genlerinden geçişler, kalıntılar var.
Onun için doğan her çocuk, çocuğu doğuran ana ile doğurtturan babaya benzer. O nedenle halk arasında denilir ki, “kız halaya, oğlan dayıya çeker.”
Demek ki çocuğun “patavatsızlığı, nezaketi, kibarlığı ya da duygusallık, mülayimlik” gibi vs bazı huyları zamanla daha çok belirginleşir.
Bu işlerden anlayanlar çocukların konuşmasından, hal ve hareket ve tavırlarından nasıl biri olduğunu ya da olacağını daha önceden anlayıp bilirler. Çünkü tecrübeli insanlar için “görünen köy kılavuz istemez.”
Burada asıl olan sıkıntı bunları önceden tanıyıp bilmeyenler içindir.
Onlar için çocuk, ne zaman nasıl bir patavatsızlık edeceği önceden bilinmez.
Onun için olur olmaz kişilerle sohbet ederken dikkatli olmalıyız. Toplumda bizi anlayacak birçok duyarlı ve düşünceli insanlar olmasına karşın, olmayanların da var olduğunu düşünüp hal ve hareketlerimizi ona göre belirlemeliyiz.
Aksi takdirde olmadık bir yerde, olmadık şekilde bir “patavatsızlıkla” karşılaşırız. Kalbimiz kırılıp moralimiz bozulabilir. Oluşabilecek bu şekildeki bir “münasebetsizlikten” dolayı da oluşabilecek bir tatsızlık sonucu en az önümüzdeki bir günümüz heba olabilir.
Onun için karşımızdakiler bazen “önyargıyla” bazen de bizi yanlış anlayıp yanlış bir tavırla bize karşı patavatsızlık edip halimizi hatırımızı sormadan kalbimizi kırıp, gönlümüzü incitebilirler.
Demek ki, bazı şeyleri insanların seçme ya da değiştirme şansları pek fazla yok.
Huy denilen insana özgü bu özel yapı, benliğimize elimizde olmadan yapışarak bizimle ömür boyu yaşayıp taşınan, kişiliğimizi etkileyip bizi zaman zaman olumlu olumsuz tesiri altına alan kalıtımsal özel bir yapıdır.
Onun için bu özel yapı herkeste farklılık arz eder.
Bu farklılıktan dolayı da zaten herkesin huyu, davranışı birbirinden farklıdır.
Bu bağlamda “kötü huylu” olup, anlayışsız, kaba, kötü ve çirkin düşünüp kötü konuşanlar için söylenebilecek en güzel söz de; “Ruhunda itlik olanın havlamasına gerek yoktur.” deyip, oradan uzaklaşmak gerekir.
Aksi takdirde başımızı belaya sokarız.
Çünkü; “it, itliğini” her zaman yapar. Onun için tedbirli olmak anlamında bir başka güzel söz de; “İte dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak daha (evladır) iyidir.” Şeklinde söylenen bu güzel ve anlamlı sözler bize her şeyi en güzel bir şekilde anlatıp, açıklıyor.
Onun için her yerde “ruhunda itlik olanı havlatıp” kendimizi ısırtmamalıyız.
****
Gelelim konunun özüne.
Bu memleket küçüktür.
Bir takım “insan kılığında” gezenler daha da küçüktür.
Şu çok iyi bilinmelidir ki; itlik yapanlar asla itlikleri ile kalamayacaklardır.
Hesap günü elbet bir gün gelecek.
Nasıl ki günün birinde “yediği yemeği boğazında düğümlendiyse” bu defa başka yerinde düğümlenecektir.
Biz inanan insanların, hayrımız kadar şerrimiz de elbette olacak.
Ama; dedik ya inanan insanlarız ve inanmayanlar için her günü hesap günü olarak görmüyoruz.
Elbet herkesle hesabımızı göreceğimiz gün gelecektir.
Sadece sıramızı bekliyoruz.
Hem de sabır ve sükunetle.
Allah’tan başka da kimseden korkumuzun olmadığını “atbaşı itlik yapanlar” kadar dostlarımız da gayet iyi biliyor.