Rusya tarihsel olarak deniz gücünü ve unsurlarını, stratejik sürekliliğin getirdiği kazanımlar aracılığıyla yaygın bir dış politika aracına dönüştürmüştür. Stratejik süreklilik Rus jeopolitik hafızasının gelişimine ve güncelliğini korumasına zemin hazırlamıştır. Çar I. Petro’dan itibaren düzenli bir donanma inşa eden Rusya, stratejik ve jeopolitik genişlemesini deniz gücü unsurlarıyla desteklemiştir. Çariçe II. Katerina’nın öncüllüğünde ise Baltıklar, Karadeniz ve Akdeniz havzalarındaki hâkimiyetini güçlendirmiştir. Rus İmparatorluğu, SSCB ve RF’nun deniz stratejilerindeki süreklilik, benzerlik ve tamamlayıcılık oldukça dikkat çekmektedir. Söz konusu stratejik sürekliliğin içeriği, Rus deniz gücünün tarihsel tekâmülü ve Akdeniz’e yönelik politikalar çerçevesindedir. Donmayan denizlere erişim konusu, askeri ve ticari boyutlarıyla Rus tarihinin ve jeopolitik düşüncesinin temel sorunsallarından biridir. Rus coğrafyası uzun süre nehir ve göllerin etkin kullanımı aracılığıyla denizcilik faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. IV. Ivan döneminden itibaren ise Rusların yayılmacı politikalarıyla birlikte sıcak denizlere erişim temel sorun olarak ortaya çıkmıştır. Çar I. Petro, Rus jeopolitik düşüncesini bu doğrultuda geliştirmiş, sıcak güney ve batı denizlerine erişimi imparatorluk politikasının merkezi konusu haline getirmiştir. Bu bağlamda Baltık, Karadeniz ve Akdeniz’e erişim ve bu bölgelere yönelik etkin deniz stratejisinin oluşturulması Rus İmparatorluğu’ndan günümüze süreklilik ihtiva eden bir politikadır. Rusya’nın tarihsel ve güncel bağlamda sahip olduğu deniz gücünü nasıl ve neden bir dış politika aracı haline getirdiği sorusuna cevap aranmalıdır. Bu soruya cevap verebilmek için, öncelikle Rus jeopolitik düşüncesinde deniz gücünün öneminin incelenmesi gerekmektedir.Rus jeopolitiğinde deniz gücünün önemi tarihsel ve stratejik argümanlar vasıtasıyla araştırılmalı ve incelenmelidir. Rusya’nın deniz jeopolitiğinde önemli bir yer tutan Akdeniz’e coğrafyasına yönelik stratejilerin tarihsel ve güncel boyutları irdelenmelidir. Rus deniz jeopolitiğinde bu bağlamda Rus jeopolitik düşüncesinde deniz gücü etkeninin meydana getirdiği genel stratejik çerçevenin, özellikle Akdeniz’e yönelik politikaların tarihsel dönemler, süreçler, olaylar ve nedensellikler bağlamında analizi yönteminin temelini oluşturmaktadır. Rus jeopolitik düşüncesinin ortaya çıkmasında deniz gücü etkeninin belirleyiciliği ve dinamizmi olgusu üzerine şekillenmektedir. Rus tarihinin muhtelif dönemlerinde kendini gösteren ve süreklilik ihtiva eden stratejik önceliklerin deniz gücü etkeni bağlamında gelişim gösterdiğini söylemek mümkündür. Söz konusu hipotezin desteklenmesi ve ortaya konması adına, öncelikle donanmanın ve filonun Rus tarihindeki ve jeopolitik düşüncesindeki yeri, konumu ve önemi incelenmelidir. Rusya’nın Akdeniz’e yönelik stratejisinin yukarıda anlatılan tarihsel ve jeopolitik düşüncenin bir sonucu olduğu vurgulanmaktadır. Çariçe II. Katerina’nın deniz stratejisinde önemli bir yer tutan Akdeniz’e yönelik politikaları çok önem arz eder. Çarlık Rusya’sının ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Akdeniz politikaları bu bölümde stratejik yönleriyle ele alınması önemlidir. Rusya’nın deniz gücüne dönüşmesini sadece Çar I. Petro’nun azimli ve inatçı reformlarına bağlamak doğru olmayacaktır. Kuşkusuz Çar I. Petro’nun politik dehası Rus jeopolitiğinin hem karada hem de denizde alan kazanmasını büyük ölçüde sağlamıştır. Fakat temel nokta söz konusu reformların daha sonraki tarihsel dönemlerde bir süreklilik içermesiydi. Bu çerçevede Çariçe II. Katerina’nın yayılmacı dış politikası Rus deniz gücünün pekişmesine neden olan temel etkendir. Böylelikle, stratejik ve jeopolitik süreklilik fenomeninin Rus tarihinin her döneminde kendini gösteren bir düşünsel formasyon olduğunu söylemek mümkündür. XVIII. yüzyıldan itibaren Rusya, Akdeniz havzasındaki jeopolitik gelişmelerle yakından ilgilenmeye başlamıştır. XVII. Yüzyılda Rusya’nın deniz jeopolitiğindeki temel önceliğini Baltık ve Karadeniz’de stratejik kazanımların elde edilmesi oluşturmaktaydı. Bu öncelikler büyük ölçüde Çar I. Petro tarafından hayata geçirilmişti. I. Petro’nun Baltık Denizi ve Karadeniz’de izlediği yöntemler Çariçe II. Katerina’nın Akdeniz stratejisinde de kullanılmıştır. Benzer yöntemlerle SSCB, Akdeniz politikasının temellerini oluşturmuştur. RF ise daha karmaşık koşullarda bir deniz stratejisi oluşturma mecburiyetinde kalmıştı. Türkiye, Rusya'yı kınamanın yanı sıra Ukrayna'ya da en üst düzeyde destek verdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy, Dışişleri ve Savunma bakanları da Ukraynalı muhataplarıyla sık sık görüşerek Rus işgaline ilişkin gelişmeleri ele aldılar ve Türkiye'nin Ukrayna'nın egemenliğine desteğini dile getirdiler. Ukrayna ile son dönemde savunma sanayi alanında işbirliğini derinleştiren Türkiye'nin sattığı Bayraktar insansız silahlı hava araçlarının (SİHA) ülkesinin savunmasında etkin olarak kullanılması özellikle iki ülke savunma bakanları arasındaki diyaloğu daha da önemli hale getirdi. Ukraynalı yetkililerin, Türkiye'den daha fazla SİHA temin etmek istediklerine ilişkin açıklamaları da bu süreçte basına yansıdı.Türkiye, bu süreçte AFAD ve Kızılay aracılığıyla Ukrayna'ya insani yardım gönderilmesine başlandığını da kamuoyuna duyurdu. Bütün bu adımlarla Türkiye, topraklarını Rus işgaline karşı koruyan Ukrayna'nın yanında olduğunu ve olmaya devam edeceğini gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, operasyonun başlamasından önce de sonrasında da "Ne Ukrayna ile özel ilişkilerimizden vazgeçeriz ne de Rusya'dan vazgeçeriz" diyerek, bunalımın derinleşmesi durumunda bile dengeli siyaseti devam ettirmeye çalışacağı mesajını verdi. Barış ve savaş zamanına göre ve kendisinin savaşan taraf olup olmamasına göre Çanakkale ve İstanbul boğazlarından Karadeniz'e geçişi sınırlama yetkisine sahip olan Türkiye'nin tavrını 28 Şubat'ta düzenlenen Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Türkiye'nin yaptırımlara katılma eğiliminde olmadığını, savaşan taraflar arasında taraf tutmak zorunluluğu bulunmadığını kaydederken, bunun Türkiye'nin genel tavrıyla bir çelişki oluşturmadığını belirtti. Rusya, Türkiye'nin en büyük doğalgaz tedarikçisi ve ülkenin ilk nükleer santralini de inşa ediyor. İlk reaktörlerin 2023 senesinde devreye alınması öngörülüyor. Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi 20 milyar doların üzerinde seyrediyor. İki ülke bu rakamı 100 milyar dolara çıkartmayı amaçlıyorlar.