Balık suda yaşar ama suyu bilmezmiş. Peki balık suyu ne zaman bilir? Elbette hayatını sürdürebilmek için bağımlı olduğu sudan çıktığında... Öyle günler yaşıyoruz ki sudan çıkmış balık gibiyiz. Tüm doğru bildiklerimiz, yaşarken normal saydıklarımız geçmişte kaldı. Öylesine bir geçmişte kalış ki, sanki büyük bir felakete doğru yaşananları anlatan karanlık bir Holivud filminin figüranları gibiyiz.
Hani bir felaket öncesini ve sonrasını anlatan bilim kurgu filmleri vardır ya. Tam da öyle günleri yaşıyoruz. Zaten covid 19 salgını başladığı günlerde birçok komplo teorisi ortaya atılmasının sebebi de buydu. Yıllar önce hem Amerikan sinemasında, hem de Kore sinemasında adeta günümüzü anlatan birçok film çekilmişti.
Bu tür filmler izlerken film izlemenin rahatlığı vardır elbette. Ama bir yandan da insanın içini tedirgin eden anlar yaşanır. Film bittiğinde ise zaten olup biten herey filmdi der geçerdik. Gelin görün ki öyle günler yaşıyoruz ki, hiçbir filmin hayal ettiremeyeceği kadar korkunç. Çünkü hem bu baş edilemeyen virüs gerçek. Hem de gerçekten her gün ölüyoruz.
Öyle bir ölüş ki, cenazelerimizden korkuyoruz. Taziyeden kaçmak zorunda kalıyoruz. Cesaret edip yaklaşacak olsak, devlet tarafından önleniyoruz. İki ucu pis değnek olarak tabir edilen günler yaşıyoruz. Sudan çıkmış balık gibiyiz dedim ya. Tam olarak öyle, eski normallerden dışarı çıkınca, eski günlerdeki sıradan işlerimizi, sıradan hayatımızı yaşayamaz hale gelince o günlerin kıymetini anladık. Fakat iş işten geçti galiba. Herşeyin eskisi gibi olacağı günler yakın gözükmüyor.
İşin kötüsü, bunca bela ile karşı karşıya olduğumuz halde, yaşantısını eskisi gibi devam ettirebileceğini düşünenler yaşıyor aramızda. Zombi gibiler, vampir gibiler. Kendilerindeki hastalığı saçma ve sorumsuz bir şekilde etraflarına bulaştırıyorlar. Kendi zombiliklerini, kendi vampirliklerini bizim yaşantımızı tehdit ederek sanki hiç bir şey yokmuş gibi davranıyorlar.
Diyarbakır ilimizin başının belası cenaze taziyeleri olmuş. Kayseri'nin baş belası da düğünler. İşin hastalıktan daha kötü tarafı düğünlerin böyle saçma bir şekilde devam etmesinin altında yatan gizli nedenler olabilir. Şeytan işte insanın aklına neler getiriyor. Acaba daha önce taktıkları altınları geri alabilmek için mi Kayserililer bu düğünleri yapmakta bu kadar ısrar ediyor. Dedim ya şeytan işte insanın aklına tuhaf şeyler getiriyor. Ama geçtiğimiz yıllarda Develide bir hanımefendinin daha önce taktığı altını geri almak için dava açtığını hatırlayınca Kayserililer böyle bir içten pazarlıkla, ölümü göze alarak düğün yapıyor olabilirler mi diye düşünmeden edemiyorum.
İş buraya gelince mizahi bir durum ortaya çıkıyor. Kayserililer uyanıklılığın bu kadarını yapar mı? Ortalıktaki duruma bakınca yapar mı yapar vallahi. Biz filanların oğlunun düğününde çeyrek takmıştık, bizim kıza düğün yapmazsak taktığımız altınlar geri dönmez diye bir hesap Kayserili kafası için hiç yabancı değil. Yoksa bizim memleketin yaşlı kadınları ağırbaşlıdır. Sırf iki fındık kırıp göbek atmak için, çerez yiyip fanta içmek için seksen yaşındaki kadın 72 saatte beş tane düğün dolaşmaz.
Eğer düğün ısrarınızın altında böyle hesaplarınız varsa size söylenecek laf yok. Bir an evvel kuyumcuların covid 19 virüsü şeklinde altın tasarlaması gerekiyor. O şekildeki altınlar da piyasaya farklı bir canlılık getiecektir. Sarraftan altını alın, üzerine öksürüp tıksırın sonra gidin öndücünüzü takın. Kimse alacağını tahsil edememezlik yapmasın. İşiniz gücünüz rast gelsin ahali. Biz de koca memleket ölümle pençeleşelim sayenizde. Daha sizin gibi dengesizce, sorumsuzca, evde yanlış hesaplar yaparak çarşıya çıkan kim varsa hakkımızı helal etmiyoruz size. Çok mu zor, sadece maske, mesafe ve hijyen.