ÖLÜMÜN olmadığı bir dünyada insan sevemez.
Yokluğun olmadığı bir dünyada varlığın bir anlamı olmaz.
İstediğiniz bir şeylerden mahrum olmak, mutluluğun vazgeçilmez bir rüknüdür.
Sadece “kanaatkar” olabildiğimizde yeterince sahip oluruz.
Oysa çoğu zaman tam tersini düşünür ve ancak “yeterince sahip” olabilmekle huzur bulacağımızı zannederiz.
Bu da bizi modern kültürün en büyük tuzaklarından birisinin kucağına bırakır: “Tamahkarlığa.”
İçinde yaşadığımız kültürel sistem bizi değer eksenli bir hayata davet etmiyor, mutluluğumuzu iyi anne babalığımız, anlamlı ilişkilerimiz veya güzel bir ruha sahip olmakta değil, daha çok eşyaya sahip olmakta buluyoruz.
“Maddi çıkarların” diğer toplumsal hedeflerin önüne geçtiği ve onlara boyun eğdirdiği bir kültürel sisteme materyalizm diyoruz.
Nesnelerin bizi mutlu kılacağına dair bir batıl inanç.
Oysa ihtiyaç duymadığınız bir şeyin fazlası da sizi mutlu kılmaz.
Güçlü maddeci yönelimleri olan insanlar haset, narsisizm, ilişki sorunları veya “başkaları için daha az empati” duymak gibi ruhsal arızalarla malul.
Maddeci için beden dahi yatırım yapılacak bir nesnedir, onu hazlarla beslemek, şımartmak, dönüştürmek ister.
Beden, bugün “tamahkar” bir kültürün elinde bir oyuncağa, bir çorak ülkeye dönüşmüş durumdadır.
Kozmetikten diyet endüstrisine, oradan zinde yaşam alıştırmalarına dek beden bir muhasara altında.
Bedensel görünümümüzü değiştirerek daha mutlu olabileceğimiz yanılsaması, estetik cerrahinin de dünya yüzünde apayrı bir endüstriye dönüşmesini sağladı.
Mutluluk halinin peşinde değiliz artık, mutluluk arayışındayız.
Asla olmamış olanı ele geçirme ve onunla tatmin olma arzusundayız.
Negatif mutluluk, kendini kandırmanın mutluluğu.
Kişinin tekamülüne izin vermeyen, onun kendisini maddi mutluluğun çocuksu hazzından daha ileri taşımasına izin vermeyen bir ticari mutluluk.
Kendi içine gömülmüş, “benmerkezci” hayatlarımız için bir meşruiyet kılıfı.
Gayrı safi milli hasıla yükselirken arkada içi boşalmış bireyler bırakır.
“Mutlu ve içi boş insanlık.” Tamahkârlık en büyük güdüsü haline gelmiş, onu hep daha ilerilere doğru zorlamaktadır.
Daha fazlaya, daha büyüğe, daha hızlıya. Tamahkârlık nihayet duyguları da muhasara altına almış ve iyi yaşam guruları eliyle bizi birer “duygu obezine” dönüştürmüştür.
Fedakarlığı yeniden baş tacı edebilir, insan ilişkilerinde “diğerkamlığı” önceleyebiliriz. Bu bir zihniyet dönüşümünü beraberinde getirir ve ekonomiden siyasete kadar pek çok alanda köklü bir paradigma değişimini gerektirir.
Kimileri, ‘bunlar romantik sözler’ diyecektir. Hayır, ben sadece insan fıtratının iyiliğine inanıyorum.