Allah, Tevrat’ta ve İncil de, Hz. Muhammed’in ümmetinin nasıl bir şahsiyete veya kimliğe sahip olunması gerektiğini bile anlatmıştır. Nasıl olması gerektiğini Kur’an’dan nakletmiştir. Hatta bunu üç kutsal kitaptan açıklamıştır. 48/ Fetih 29. “Muhammed Allah’ın elçisidir, beraberinde bulunanlarda kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rüküya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan rıza ve lütuf isterler, onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır, İncil’deki vasıfları da şöyledir. Onlar filizini yarıp çıkartmış gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vaat etmiştir.”
Öncelikle, Allah’ın koyduğu, kodladığı bu Kur’an mesajını insanlar fert olarak kendileri iyice öğrenecek, ruhlarına sindirecek sonra da çevreye bildirecekler. Müslüman bu kimliği öğrenirken, Müslüman şahsiyetini, kimliğini bir mezhebe, bir tarikata ve bir cemaate göre değil de Allah’ın emri Kur’an’a göre, yani Allah’ın belirlediği ölçülere ve özelliklere göre oluşturmalıdır. Müslüman, kime nasıl davranacağını bilen bir şahsiyete sahip olmalıdır. Müminlere saldıran, onların inanç ve ibadet özgürlüklerini ellerinden almaya çalışan, bir bakıma onlara sosyal bakımdan hayat hakkı tanımayan kâfirlere karşı, sert ve sağlam duran, onlara boyun eğmeyen ve taviz vermeyen bir şahsiyete sahip olmalıdır.
İşte Allah, Müslüman’ın nerde, kime ve nasıl davranacağını açıklayarak bilinç oluşturuyor. Allah bildirmeseydi, Müslüman kime nasıl davranacaklarını bilemeyecek, davranışların da hata yapacak, müminlere sertlik ve tefrika ruhu ile, kâfirlere de boyun eğip yalakalık yapmak suretiyle davranmak durumunda kalırlardı. Ne yazıktır ki, günümüz de Müslümanlar, ayetin bu kısmını tersine çevirerek hayatlarının dışına atmışlardır. Yani birbirlerine düşmanca davranmakta, guruplara ayrılarak sosyal yapıyı ve tevhidi bozmaktalar, farklı mezheplere, cemaatlere, tarikatlara ayrılarak, Kur’an’dan uzak bir görüşle, birbirini küfürle itham edip, birbirini öldürüp düşman görmekteler. Müslüman olmayanlara karşı ise, aşağılık duygusuna kapılıp boyun eğmektedirler. Onlarla beraber olmak için can atmaktadırlar ve düşmanlarının yanından bir sosyal statü kapmak için yol aramaktadırlar.