Seveni vardır, sevmeyeni vardır yalnız bir hakikat var ortada, bir devrin, yaşanan zulmün, Ülkücüleri göğ ekin biçmiş gibi biçen kara eylüllerin, darbecilerin karşısında mazlumun, haklının, direnişin sesi ve sembolü oldu Ozan Arif. Almanya’dan kaçak getirilen kasetleri elden ele kopyalanarak, çoğaltılarak gizli saklı evlerde, arabalarda dinlendi. Aşıktı, Ozandı, Sanatçıydı dolayısıyla Susmam Ben diye haykırıyordu. Devrin iktidarlarına, başbakanlarına, cumhurbaşkanlarına, parti liderlerine kurşundan ağır sözlerle beyitlerle yüklendi. Halkının ve mazlumun sesi oldu. Ve sonunda rahmeti rahmana kavuştu. Ozan Arif’in ölüm haberinin sosyal medya ve televizyonlarda duyulması ile birlikte garip tartışmalar yorumlara şahit olduk. Bir taraf o ülkücülerin ozanı idi, yılmaz yıkılmaz sesi idi derken diğer bir taraf hiçte hoş olmayan sözlerle bir sürü yafta yapıştırarak muhalifin birinden daha kurtulduk dediler. Bir dönemin çilesini çekmiş, zindanlarda yatmış, işkenceler görmüş veya onun kasetleri ile şarkıları ile davasının ülküsünün temellerini inşa etmiş ülkücüler üzüntü ile başsağlığı mesajları yayınlar üzüntüsünü dile getirirken, bir taraf dut yemiş bülbül gibi sessizliğe büründü. İçlerinden çok şey geçirdiler biliyorum. Allah rahmet eylesin güzel adamdı, doğruları söyledi dediler. Onun kasetlerini dinleyerek yetiştik, büyüdük veya davamızı yaşadık dediler fakat bunu iki satır yazıya dökmekten imtina ettiler. Bir kısım ise ağza alınmayacak küfürler, hakaretler içlerini boşalttılar. Yazının başında da yazdım seversiniz, sevmezsiniz fakat o bir ülkünün sembol isimlerinden biri, bir dönemin sesi idi. Ölüm haktır hepimizin bir gün kapısını çalacak. Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmuş ki; Ahde vefası olmayanın imanı olmaz. Belli kırgınlıklar, bölünmeler, fikir ayrılıkları yaşanmasaydı cumartesi günü cenazesinde ozanı yüzbinler uğurluyor olurdu. Onun konserlerinde yıllarca arkasında, yanında sahneye çıkan sanatçılar ölümü ile birlikte derin bir sessizliğe gömülüp bir taziye mesajı bile yayınlayamadılar, yayınlayanlarda tekrar sildiler. Ozan’ın ölümü ile birlikte depreşen bu yara uzun süredir var aslında. Ülkücüler artık bütün olaylar karşısında aynı düşünmüyor, fikir ve eylem ayrılıkları arttı. Birine göre doğru diğerine yanlış. Birine durulması gereken yer diğerine tam zıttı. Ülkücüler birbirinin düğününe, sevincine, neşesine, üzüntüsüne, cenazesine, kederine ortak olamaz hale geldi. Ülkücüdür davaya yıllarını, hayatını vermiştir dediğimiz insanların bugün ki siyasi veya lider hakkındaki düşüncesinden dolayı yargılıyor, asıyor ve hatta infaz ediyoruz. Sokakta birçok ülkücü birbirini gördüğünde, yanlış anlaşılmamak, görüşürken başkalarına görünmemek, eski yaraları kaşımamak için görmezden geliyor ya da kafasını çevirip geçiyor. Hani Ülkücüler kardeşti. Hani dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik vardı. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir ifadesi var kendi hareketi için ‘Bizim tarlayı sürmüşler’ demişti. Görünen o ki bizim tarlayı da birileri sürmüş. Memleketin sigortası dediğimiz ülkücüler fikirde, eylemde parça parça bölündü. Bir kısmı hükümetle birlikte, bir kısmı yeni partide, bir kısmı ikisi ile de birlikte değil, ikisi de beni temsil etmiyor deyip bir umut peşinde. İnsanlar, yöneticiler, ozanlar, liderler fanidir. Emri Hak vaki olur ölür giderler. Davalar, idealler, ülküler bakidir. Muhsin Yazıcıoğlu ayrıldığında kızanlar oldu, başbuğa ihanet ettiğini düşünenler, söyleyenler oldu. Ölümünün ardından yıllar geçti bugün arkasından birçok kesim hayırla yad ediyor. O günlerde yanından geçmeyenler bugün mezarı başında dua edip poz veriyor. Bugün ozanın uçmağa varışına sessiz kalan, küfür ve hakaretlerle yorumlayanlar yarın aynı durumda kalırlar mı? Allah (C.C.) bilir. Önemli olan şu fani, yalan dünyada bir hoş seda bırakıp, birbirimizi üzmeden, kırmadan, bir dava adamı gibi dosdoğru geçip gidebilmektir.
Yalan dünya işte senden
Aha geldim gidiyorum
Kalanlara selam benden
Aha geldim gidiyorum
Var mı sana gelip kalan
Baştan başa murad alan
Varın yoğun hepsi yalan
Aha geldim gidiyorum