Kültür sözlük anlamı olarak; bir toplumun duyuş ve
düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her
türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının toplamı
olarak ifade edilmektedir. Yani bir toplumun yaşadığı
dönemi yansıtan, duygu düşüncelerini, acılarını sevinçlerini,
toplumsal olayları, kimi zaman türkülerle, ağıtlarla,
resimle, fotoğrafla, kimi zaman bir nakışla, şiirle, romanla
gelecek nesillere aktarılması.
Uzun yıllardır şu kelimeleri çok duyuyoruz; modernizm,
modernite, post modernizm, moda, batı, entelektüellik
v.s. Bu kelimelerin kültürümüze etkileri de
hayli fazla oldu. Türk milleti at üzerinde savaşlarla geçen
çadır-göçebe hayatı sonrasına Cumhuriyet dönemi ile
birlikte yeni bir yaşama başladı. 1950-60 dönemlerinde
artan batı hayranlığı 1980-1990 döneminde gelişen
teknoloji ile en üst seviyesine ulaştı. Hatta bu hayranlık,
batıyı taklit etme sevdası daha ileri bir aşamaya geçerek
onların yaşayış biçimini, modasını onlardan daha ileri
düzeyde yaşamak şeklinde cereyan etti.
Kent merkezli yaşam biçimi, sanayileşme, tarımın terk
edilmesi, köylerden kentlere göçü hızlandırdı. Yaşam
biçimimizle birlikte kültürümüzde hızla değişti. Köylerde
kasabalarda biraz olsun yaşatılan, yaşatılmaya çalışan
kültürümüz de bu hızlı göç ile birlikte savruldu. Bizim
kültürümüzde yer sofraları vardı, şalvar vardı, ananeler,
gelenekler vardı. Batı’nın kültür emperyalizmi sonucunda
bugün rahatlık olarak gördüğümüz ve alıştığımız yemek
masalarına, kot pantolonlara, pop şarkılara hapsolduk.
Bu hapislik fiiliyatta baktığımız zaman küçük, basit şeyler
gibi görünse de aslında büyük erozyonun bir parçası.
Bugün artık türkü üretilmiyor, ağıtlar kalmadı, şiirimiz
değişti erozyona uğradı. Ekranlarda radyolarda pop
adı altında dinlediğimiz neyin eseri olduğu belli olmayan
tıngırtılar bizim kültürümüzü yani bizi temsil etmiyor.
Türküler, ağıtlar yukarıda da belirttiğim gibi yaşanılan
dönemin acı ve sevinçlerini, mutluluklarını, kederlerini
kısacası duygu ve düşüncelerini yansıtır. Bugün lüks malikanelerimizde,
villalarımızda, rezidanslarımızda, sıcacık
kaloriferli evlerimizde, muhteşem yemek masalarımızda
ziyafet çekerken ‘Lambada titreyen alev üşüyor’ dizelerini
yazacak bir yiğit çıkmaz herhalde. ‘Yârim İstanbul’u
mesken mi tuttu’ diye yazacak bir genç kızımız çıkar mı
tekrar Kayseri’mizden.
Özellikle 1980 sonrasında doğan kuşaklar eski kültürümüzle
tanışamadıkları için bu modern, batı özentisi,
kültür dezenformasyonunun içinde buldular kendilerini.
Saç şekilleri, giyim tarzları, müzik zevkleri, aile ilişkilerine
baktığımızda bir önceki nesille aralarında uçurum olan
bir nesil ortaya çıktı. Kültürel olarak birbirinden kopuk kuşaklar,
ebeveynleri ile birbirini anlayamayacak derecede
bir kültür değişimi elbette kolay izah edilemez.
Artık bir Yunus Emre, bir Dede Efendi, bir Itrî, bir Abdulkadir
Meragi, bir Mimar Sinan, bir Neşet Ertaş, bir Abdürrahim
Karakoç, bir Necip Fazıl çıkmayacaktır bu topraklardan.
Bugün yaşadığımız hayat, yaşam biçimimiz, yozlaştırılmış
kültürümüz, hala devam eden batı hayranlığımız buna
müsaade etmeyecektir.
Peki bundan sonra ne olacak diye soracak olursak,
geçmiş milletlere tarihlerine baktığımızda kültür
emperyalizmine bağlı olarak kültür yozlaşmasının
ardından önce kültürel daha sonra fiziksel yok oluş var
maalesef. Kültür bir milletin olmazsa olmazıdır. Bundan
kurtuluşun tek yolu özümüze dönmek. Bizi biz yapan değerlere,
örf ve ananelerimize bağlı yaşamak ve bunlara
değer veren, yaşam biçimi haline getiren nesiller yetiştirmek.
Aksi kültürel ve fiziksel kıyamet. Günümüz kültürü ile
ilgisi olmayan, okuyan, bilgili, örf ve ananelerine bağlı,
geçmişine, bizi biz yapan değerlerine bağlı yeni bir
nesil yetiştirmek. İnşallah o nesil yetişir ve özümüze tekrar
döneriz. Bu topraklardan tekrar Yunus Emre’ler, Neşet
Ertaş’lar, Necip Fazıl’lar yetişir.