İlk suç önlenmezse devamı gelir

Verdiği bilgilerde suçlar ile nasıl mücadele edileceğine dair açıklamalar ile öngörülerde de bulunan Kayseri Asliye Ceza Hakimi Necati Daştan, yaptığımız röportajda ilk suçun önlenmemesi durumunda devamının geleceğini ve buna dair örneklerin bulunduğunu dile getirdi.

İlk suç önlenmezse devamı gelir

SUÇLAR NASIL AZALTILIR?

Bu çok yönlü bir konu. Bunun sosyolojik psikolojik ekonomik ve hukuki boyutları var. Ben hukuki boyutları yönünden ele alacağım.
Burada  bir teori üzerinde durmak istiyorum; ‘Kırık Camlar Teorisi.’
‘Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın?’ sorusuna New York'un efsane Belediye Başkanı Giuliani'nin cevabı şöyle olmuştu; "Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk koyulan çöp torbasını kaldırttım." Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor. ‘Kırık Cam Teorisi’ ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmişti. ‘Demek ki’ diyordu Zimbardo; "İlk camın kırılmasına, ya da çevreyi kirleten ilk çöpe, ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz."

Küçük suçlarla mücadelede benim kendime ait bir tezim var; ‘Kırmızı Işık Teroisi.’ Suç kavramıyla mücadele… Henüz ülkemiz bununla tanışmış değil. Mesela kırmızı ışıkta geçmek de hukuk düzenine karşı bir isyandır. Siz bunu önleyemiyorsanız suç işlenmesini de önleyemezsiniz. Mesela ülkemizde ölümlü kazaların pek çoğu kavşaklarda meydana gelir ve yargı olarak biz kusurun kimde olduğunu genelde bulamayız. Zira kimin kırmızı da geçtiği belli değildir. Ancak bu kavşaklara genelde mobese takılmaz. Amerika’da az kural, yoğun denetim vardır. Türkiye’de ise çok kural; sıfır denetim uygulaması var. Bu durum, haliyle devletin etkisiz bir aygıt olduğu intibaını doğuruyor. Ve kanunları ihlal etmenin bir hak olduğu bilinci yayılıyor. Hiç düşündünüz mü bir insan ilk suçtan sonra neden devamını getirir. Örneğin yurt dışında olan yakınlarınız vardır. Neden Edirne’ye kadar tüm trafik kurallarına uyarak gelirler de Edirne’den girince bambaşka bir insan olurlar. Bu ülkede trafik kazalarında ölen binlerce insan olduğu bilindiğine göre neden her gün kırmızı ışık ihlali ve alkollü araç kullanma eylemi bir türlü sona erdirilemez. Bizde ‘ilk suç’ kavramı henüz tartışılmıyor. Bunun ne anlama geldiği bilinmiyor. Sanık ilk eyleminden sonra şu duyguyu yaşamalıdır, yaşatılmalıdır; ‘ben bir suç işledim bu çok ağır bir ihlal. Devlet benim için çok olağan bir efor sarfetti ve benim geleceğim için bana bir fırsat verdi. Bu durum esasen bana verdikleri bir değerin ifadesi. Öyle ise ben buna layık olmalıyım.’ Bu duyguyu veremiyorsak işin aslına uygun hareket etmiyoruz demektir. İlk suç kavramı başta doktrin olmak üzere yargı camiasında yeteri kadar tartışılmalı ve buna ilişkin etkili bir sistem getirilmelidir. 

‘Beni, hakim ve savcılar bu hale getirdi…’

Bir sanık mahkemede yargılanırken hakim onun kabarık sabıkasını görünce; ‘Sen bu kadar suça nasıl bulaştın diye’ sorar. Sanığın cevabı ilginç. Sayın hakimim beni bu hale getiren hakimler ve savcılar. Şayet onlar beni ilk suçumda içeri atsaydı ben bu hale gelmezdim. İlk suç işledim bir şey yok, ikinci suç yine bir şey yok. Artık öyle bir an geldi ki suç işlemenin bir hak olduğuna inanmaya başladım diyor. Oysaki bu her şeyden önce sanığa yapılan en büyük kötülük. Onun suça karşı alışkanlık kazanmasın sağlıyoruz ve daha büyük suçlar işlemesi için ona zemin hazırlıyoruz. 

PEKİ BU DURUMDA ÇARE NEDİR?

Bu ülkede adalete ait düşünce yapısının temelden değişmesi gerekiyor. Bütün ezberleri bozarak yeni bir sistem inşa etmemiz gerekiyor. Düşünün yolda gidiyorsunuz. Ve çok kritik bir görüşmeniz var. Sizin rakibiniz veya hasmınız bir adam kiraladı. Adam keyfi olarak size arkadan çarptı. Siz işinizden oldunuz. Peki ne oldu kasko hasarınızı giderdi ama sorun çözüldü mü? Hayır. Sizin çektiğiniz sıkıntılar kaybettiğiniz görüşme; zaman kaybınız ne oldu. Belki bir haftanız rezil oldu. Sanık ne kaybetti. Hiçbir şey, belki kasko indirimi bozulmuştur sadece. Böyle bir istemde siz trafik kazalarını önleyemezsiniz. Dikkat edin trafikte pervasızlığın en büyük nedeni bu. Bir şey olmaz mantığı.
Diğer bir konu hakimlerimizin yetişmesi ve eğitimi. Bu konuda büyük sorunlar var. Usulü bilmeyen hakim kürsüye çıkıyor adalet dağıtmaya çalışıyor. Usulü bilmeyen esasta mükemmel olabilir mi? Yargıya usta çırak ilişkisinin gelmesi gerekiyor. Ayrıca adaleti küçük merkezlere kaydırmak adaleti zaafa uğratmak demektir. Belki siyaseten küçük adliyeleri kapatamıyorsunuz ancak şu bilinsin ki küçük merkezlerdeki adliyeler devam ettiği müddetçe adaletin sorunlarını çözemeyeceğiz.
Adalette büyük bir devrim gerekiyor ancak bugün bunu yapacak bir devlet aklından yoksunuz. Eğer bir Fatihimiz olsun diyorsanız önce Akşemsettinler yetiştireceksiniz. Yargının sorunlarını hakkıyla çözüp adalete güveni yüzde yüzlere çıkaran bir birikim ve zeka düzeyi ne yazık ki bugün ülkemizde yok. Bu yüzden devlet, önce yargının sahip olduğu bu zeka düzeyini yükseltmenin yollarını aramalı ki reform kendiliğinden gelsin. Bugün kaç tane sosyolog yargı mensubumuz var. Bırakın yargı mensubunu kaç tane hukukçu sosyolog var. Benim kanaatime göre bir kişinin hakim olması için hukuk fakültesinin yanında başka bir bilim dalında ya bir lisans ya bir yüksek lisansa sahip olması gerekir. Tercihim sosyoloji, psikoloji, tarih vesairedir. Aksi takdirde yargıda sıradanlaşma ve tek düzeliğin önüne geçemeyiz. 
Bir önemli husus da insanlara kaybetme korkusu yaşayacağı bir takım değerler vermek. Dikkat edin bu ülkede en az suç işleyen memurlar. Neden? Suçun işlenmesi halinde kaybedecekleri çok şey var da ondan. Bir kere memuriyetleri elden gidecek. Çoğu insan  hapis cezasından korkmuyor. Ancak memuriyet gibi işini kaybetmek insanlara daha ağır geliyor. Buradan yola çıkarak suçlu tiplere yapılacak sosyal yardımların suç işlemeleri halinde bir müddet askıya alınması daha caydırıcı olabilir. Bunun üzerinde bir çalışma yapılması gerek. Adalet huzurlu bir ortamda gerçekleşir. Hakimin kafası rahat olmazsa sanık için en optimum kararı aramaz dosyayı bitirme telaşına düşer. Yargı, Personel kalitesinden fiziki imkanlara kadar her yönüyle mükemmel olmalı. Islah edici özelliği yabana atılmamalı uzmanlardan yardım almalı hakim. Bir sanığın kişilik özelliği iyi irdelenmeli.

Alkollü araç için ise matbu bir ceza tatbik edilmelidir. Taksirle yaralama ve ölüm halinde düşünün on tane alkollü araç trafikte olsa bunların mı kaza yapma ihtimali yüksek olur yoksa 100 tane alkolsüz aracın mı? Madem bu o kadar önemli neden etkili bir müeyyide uygulanmıyor. Her sürücüyü alkol testine tabi tutmanın imkansız olduğu bilindiğine göre o takdirde çok etkili cezalarla bu hayati önemdeki konu güvenliğe bağlanmalıdır. Ülkemizde trafik ölümlerinin pek çoğu alkollü araç kullanmaktan kaynaklanıyor. Ancak devletin bununla ilgili mücadelesi yetersiz. Ben bir kanun hazırladım bakanlığa ve meclise gönderdim. Bir kaza halinde sürücüde alkol varsa kazanın neticesine cezanın artırılmasını öngören bir sistem önerdim. Örneğin sanık Ahmet alkollü olarak bir kaza yaptı mağdurun bacağı kesildi. Sanığa verilecek ceza aç aydan bir yıla kadar hapis ve sanığın bacağı koptuğu için alınan temel cezanın bir katı. Yani hakim temel cezayı örneğin alt sınırdan üç ay aldı ise bir kat artırır 6 ay hapis olur. Hakim üst sınırdan almış olsa, netice iki yıl hapis İnfaz yasalarını düşündüğünüzde. Zira bir buçuk yılın altındaki cezalar içerde infaz edilmez. Yani bir sanığın bir buçuk yılın altında hapis cezası alması bir gün bile içerde yatmaması demek. Bunlar çok yetersiz cezalar. Oysaki benim önerdiğim sistemde kaza halinde bir organ kaybı söz konusu ise ve alkol varsa artık temel ceza belirli bir orandan aşağı olamaz. Örneğimizde 3 yıldan aşağı olamaz gibi... Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir. Hepimizin anne babası ve çocukları trafikte. Ortaya çıkan bir risk hepimizi ilgilendiriyor. Bu mantıkla hareket ederek suçlarla mücadele edilmesi gerekiyor.
Şu an iki kitap üzerinde çalışma yapıyorum biri cezaların bireyselleştirilmesi diğeri adalet ve yargı sistemi üzerine. İnşallah gerçek bir yargının ve adaletin tesisinde faydalı olur.  

PARALEL YAPI VE SEÇİMLER HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

Bir cemaat ülkenin en kilit kurumlarından adaletin yarıya yakınını, emniyetin yarıdan fazlasını ele geçirmiş ve en etkili köşeleri tutmuşsa ve özellikle istihbaratta yüzde yüze varan bir kadrolaşma gerçekleştirmişse, artık orada devletin kendine itaat etmesini bekleyen  bu gurup var demektir. Böyle bir devlete Tanzaya’da bile müsaade etmezler. Ki siz Ortadoğu gibi bir ateş çemberinin içinde yaşıyorsanız böyle bir grubu emperyal güçlerin yönlendirme ihtimalini de göz ardı edemezsiniz.
Bu nedenle 12 Ekim sabahı ülke ve yargı için bir nefes olmuştur. Alınan sonuçlar herkes için öğretici ve herkes için rahatlatıcı olmuştur. Zira aksi olsaydı, yani paralel yapı bu seçimi kazanmış olsaydı, sadece devlet ve millet için değil, onlar için de daha yıkıcı ve tahripkar neticeler doğuracaktı.

PEKİ BU DURUMDA DEVLET SİSTEMİMİZDE BİR ZAFİYET Mİ VAR?

Benim burada dikkat çekmek istediğim bir husus var. Siz mesela Amerika’da bir tarikatın bir yargı teşkilatını ele geçirebileceğini hayal edebiliyor musunuz. Yahut İngiltere’de bir milletin bir grubun yargıyı ele geçirebileceğini tahayyül edemezsiniz zira ülkenin müesses nizamı ona müsaade etmez. Türkiye’de neden bu gerçekleşti. Ülkenin derin aklında bir zafiyet olduğunu düşünüyorum. Zira siz kurumları olması gerektiği gibi dizayn etmezseniz, ülke içi ve kurumlar içi adaleti temin etmezseniz yükselme ve terfi almanın kriterlerini belirleyerek liyakati esas almayan bir sistem uygularsanız bir grubun bu kadar büyümesine de engel olamazsınız. Kainat boşluk kaldırmaz.

‘Teftişler tiyatrodan ibaret…’

Ne yazık ki ülkemizdeki teftişler tam bir tiyatrodan ibarettir. Teftiş bir kurumun bir görevlinin o görevi hakkıyla yapıp yapmadığını denetlemez. Sadece bir açık vermiş mi, kağıt üzerinde bir hatası var mı onu denetler. Oysa ki örneğin bir hakimin denetimini ki ben buna şahsen karşıyım, ancak yapıyorsanız o hakimin adalete olan katkısını denetleyeceksiniz. Taraflar arasındaki husumeti giderip gideremediğini denetleyeceksiniz. Dosyayı sonuçlandırırken sırf terfi kaygısıyla mı hareket ediyor adaleti icra etmek için mi hareket  edip etmediğini irdeleyeceksiniz. Ancak ben hakimlerin çok iyi yetiştirilmesini ve ona bir kez bu ünvanı verdikten sonra artık denetlenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Zira bu işin doğasına aykırı bir şey. Zira siz yargı görevini idari bir makama denetlettiriyorsunuz. Bu eşyanın doğasına aykırı. Hani yargı son merci idi? Bürokrasimiz angaryalar ve korkular üzerine inşa edilmiş. Kamu görevlisi başıma bela almayayım diye görevin gereği olan riskleri dahi almaktan kaçınırsa o ülkeyi ileriye götüremezsiniz. Peki ne oluyor. Kamu görevlisi kendinden beklenen ve potansiyel olarak kendinde var olan yetenekleri sergileyemiyor, bunun yerine asgari yükümlülüklerini yerine getirerek hakkında bir soruşturma açılması sonucunu doğurmayacak şekilde görevini yerine getirmeye çalışıyor. 

RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ