Hayvanları herkes sevmek zorunda değil. Bu bir gerçek. Kimisi korkar, kimisi tüyünden rahatsız olur, kimisi geçmişte kötü bir anı yaşamıştır. Bu tür duygular anlaşılabilir. Ama mesele sadece ‘sevmemek’ değil artık — giderek artan bir nefretle karşı karşıyayız. İşte bu noktada durup düşünmek gerekiyor.
Hayvanların dili yok. ‘Canım yanıyor’ ya da ‘Korkuyorum’ diyemezler. Ama biz istersek, gözlerinden, hareketlerinden çok şey anlayabiliriz. Bir köpeğin başını eğerek bakışı, bir kedinin titreyerek kuytuya saklanması… Bunlar çaresizliğin sessiz çığlıklarıdır. Dilleri yoksa da duyguları var. Hisleri var. Ve en önemlisi, onlar da bizimle aynı dünyayı paylaşıyor.
Bir kez merhamet gösterin, nasıl bağlandıklarını göreceksiniz. Bir tas su verdiğiniz köpek sizi günlerce bekleyebilir. Bir avuç mama verdiğiniz kedi her sabah aynı saatte pencerenize gelir. Çünkü hayvanlar nankör değildir. İnsan ilişkilerinde bile sadakati bulmak zorlaşmışken, bir hayvanda gördüğünüz vefa sizi şaşırtır. Sevgi ve bağlılık, onlarda doğaldır, içtendir, karşılıksızdır.
Hayvan sevmek elbette bir tercih olabilir. Ama zarar vermemek, nefret etmemek bir vicdan meselesidir. Sevmiyorsan uzak dur. Ama taş atma, tekme vurma, zehirleme. Çünkü bu dünya sadece insanlara ait değil. Sokaklar, parklar, kaldırımlar bizim olduğu kadar onların da evi.
Bir canlıya merhamet gösterebilen insan, başka bir insana da merhamet gösterebilir. Vicdan bölünmez. Hayvana el kaldıran birinin, insana da zarar vermesi işten bile değildir. Bu yüzden diyoruz ki: Hayvana merhamet eden, insanı da incitmez.
Son olarak;
Sevmek zorunda değilsin. Ama yaşamasına izin ver.
Bir canlının hayatta kalmasına göz yummak bile insanlıktır. Çünkü bazen sadece yol vermek, yaşamasına fırsat tanımak bile yeterlidir.