Bir ülkenin ciğerleri yanıyor, biz ise çaresizce gökyüzüne yükselen dumanı izliyoruz. Her bir alev, sadece bir ağacın değil; bir kuşun, bir karacanın, bir tavşanın, bir kirpinin, hatta belki de bir insanın hayatını alıp götürüyor. Günlerdir süren yangınlar yüreklerimizi kavuruyor, içimizi acıyla dolduruyor. Fakat bu yangınların ardından ne olacağı, yani bu toprakların nasıl bir geleceğe uyanacağı, bugün vereceğimiz kararlara bağlı. İşte bu yüzden yüksek sesle söylüyorum: ‘Bu külllerden doğacaksa umut, betonla değil fidanla olsun!’
Yanan sadece ormanlar değil, geleceğimizdir
Yangınların ardından televizyon ekranlarından ezber cümleler duyuyoruz: ‘Can kaybı yok.’ Oysa o cümle, gerçeği anlatmıyor. Can kaybı, sadece insan ölünce mi olur? Bir sincap yuvasıyla birlikte yanıp kül olduğunda, bir kaplumbağa kaçamayıp alevlerin ortasında can verdiğinde, bir kuş yavrusunun kanatları daha güçlenmeden ateşe düştüğünde bu bir kayıp değil midir? Üstelik bu yangınlarda 11 kahraman itfaiyeci ve orman işçisi, görev başında hayatını kaybetti. Onlar, bu ülkenin gerçek evlatlarıydı ve alevlerin ortasında nefeslerini bizler için verdiler.
Bir orman sadece ağaç değildir. İçinde yaşayan hayvanıyla, kökleriyle beslediği toprağıyla, rüzgârı yumuşatan gölgesiyle bir bütündür. Orman, bir canlıdır. Yandığında sadece dallar değil, umutlar da kül olur. Bizler bu gerçeği görmezden gelmeye devam edersek, yarın çocuklarımıza bırakacak ne bir orman, ne bir gölge, ne de temiz bir nefes kalacak.
Yanan alanlara bir çivi bile çakılmasın
Tarihte defalarca yaşadık; yangınlardan sonra yanmış alanlar yıllarca kaderine terk edildi. Bazıları ise yıllar geçmeden ‘imar planı’ adı altında beton yığınlarına teslim edildi. Oteller yükseldi, siteler dikildi, alışveriş merkezleri açıldı.
Bu kez buna izin vermemeliyiz.
Yanan her karış toprak, yeniden orman olmalıdır.
Bir çivi bile çakılmamalıdır.
Oraya otel yapılmamalıdır, market yapılmamalıdır, rant için hiçbir proje hayata geçirilmemelidir.
Çünkü o toprak, alevler içinde haykırarak bize emanettir. Eğer bu ülkenin geleceğine dair en küçük bir umut kırıntımız varsa, yanan alanları eskisinden daha gür ormanlarla yeniden ayağa kaldırmak zorundayız.
Ağaçlandırma seferberliği başlasın
Bugün çağrım tüm yurda: Bir ağaçlandırma seferberliği başlatmalıyız. Her yaştan, her meslekten, her görüşten insan bu mücadeleye katılmalıdır. Kimimiz ellerimizle fidan dikeceğiz, kimimiz elimizden gelmiyorsa dikilen fidanların bakımına katkı sağlayacağız, kimimiz kalemimizle bu çağrıyı duyuracağız.
Çünkü bu sadece bir çevre hareketi değil, bir var oluş mücadelesidir. Bugün dikeceğimiz her fidan, yarının nefesi olacak. Toprağa bırakılan her tohum, geleceğimizin köklerini oluşturacak.
Birlik olmazsak geleceğimizi kaybedeceğiz
Herkes elini taşın altına koymadıkça bu yangınların yaraları kapanmayacak. Ormanlar kendi haline bırakılırsa toparlanmaları yıllar alacak, ama biz el ele verirsek bu süreyi kısaltabiliriz. Küllerin arasından filizlenen her fidan, bizlere doğanın ne kadar güçlü ve sabırlı olduğunu hatırlatacak.
Fakat biz doğaya sırtımızı dönersek, doğa da bir gün bize sırtını dönecek. Yaşadığımız seller, kuraklıklar, felaketler bunun açık bir işaretidir.
Toprak yanıyor ama umut da yeşerebilir. Bugün yangınlardan geriye kalan siyah toprak bize sessizce şunu söylüyor:
‘Ben yandım, ama seni hâlâ bekliyorum.’
İşte bu yüzden, elimizi toprağa koyma zamanı.
Bugün değilse ne zaman?
Bu küllerden doğacaksa umut, betonla değil, fidanla olsun.
Her birimizin sorumluluğu var. Gelin, toprağa sadece fidan değil, kendi vicdanımızı da gömelim. Bu ülkenin çocukları yanan ormanların yerine beton yığınları değil, gökyüzüne uzanan yemyeşil ağaçlar görsün.