Sabah karanlığında başlayıp gece uykusuna sarkan bir düzen... Türkiye’de çalışmak artık sadece üretmek değil, kendini tüketmek demek.
Sabahın kör karanlığında yollara düşen, akşamın ayazında evine dönen bir ülkede yaşıyoruz. Gözünü işe açan, gün boyu mesaiye gömülen, geceyi ise ertesi güne hazırlanmakla geçiren milyonlar var. Artık takvimler, tatiller, mevsimler değil; sadece vardiyalar, toplantılar ve teslim tarihleri belirliyor hayatı. Türkiye’de çalışmak, sadece ekmek kavgası değil; insanın kendine karşı verdiği bir direnişe dönüştü.
Avrupa’da insanlar haftada 36 saat çalışıyor. Hollanda’da bu süre 32 saate kadar düşüyor. Almanya 34 saat, Avusturya 33. Türkiye ise 44,2 saatle Avrupa’nın açık ara en çok çalışan ülkesi. Ve bu rakamlar sadece resmi olanlar. Kayıt dışı mesai, mola verilmeyen günler, gece yarılarına sarkan iş yükü dâhil değil. Türkiye’de mesai saatleri değil, ömür tüketiliyor.
Peki, karşılığında ne alıyoruz? Hafta sonu bile tam olarak izinli olmayan çalışanlar, tek tatil gününü ev işleri, alışveriş, sosyal sorumluluklar arasında bölüştürmeye çalışıyor. Kimse ne dinlenebiliyor ne de hayatla bağ kurabiliyor. Eşine, çocuğuna, yaşlı ebeveynine zaman ayıramayan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Yaşadığını unutan insanlar ordusu büyüyor.
Üstelik tüm bu tablo, kamudan değil özel sektörden bahsediyoruz. Yani toplumun büyük çoğunluğundan. Ve ne yazık ki her yeni düzenleme önerisi yine yalnızca kamu çalışanlarını kapsıyor. Özel sektör çalışanları ise esnekliğin arkasına gizlenen kuralsızlıkla boğuşuyor. Ne mesai sınırı var ne denetim. İşveren için “verimlilik”, çalışan için “tükenmişlik” artık doğal hale gelmiş.
Bu böyle gitmez. Çalışmak kutsalsa, insanca koşullarda çalışmak da bir haktır. Devletin görevi sadece istihdam yaratmak değil, emeği korumaktır. O yüzden artık lafla değil yasayla konuşma zamanı. Tüm çalışanları kapsayan, denetimi güçlü, patron keyfiyetine izin vermeyen düzenlemeler şart.
Çünkü bu ülkede mesai gerçekten bitmiyor. Ama hayat eriyor, sessizce. Ve biz, işe giderken yanımıza sadece kartımızı değil, ömrümüzü de alıyoruz.