Diyanet’in dün yayınladığı hutbede bir cümle çok dikkatimi çekti. Peygamberimiz (s.a.s)’in şu sözüne yer veriliyordu:
“Kamu hakkını çiğnemenin, Allah yolunda ölen bir kimsenin şehit olmasına engel olacak kadar büyük bir günah olduğunu” söylemişti. Bu cümle beni çok sarstı. Çünkü çok doğruydu.
Kamu hakkı, yalnızca bir kalem oynatıp imza atmak değildir. Toplumun ortak hakkıdır. Benim de, senin de, doğmamış çocuklarımızın da hakkıdır. Ve bu hak, öylesine büyüktür ki; haksız yere alınan bir maaş, torpille girilen bir kadro, israf edilen bir bütçe sadece bir hatadan ibaret değildir — bu, hepimize işlenmiş bir haksızlıktır.
Ne yazık ki bu doğru sözler yalnızca camide yankılanıyor. Gerçek hayatta, yani işe alımlarda, ihale belgelerinde, kamu taşıtlarının kullanımında sessizlik var. Oysa hutbe kürsüsünde ne söylendiği kadar, o sözün mecliste, belediyede, sokakta, okulda yaşatılıp yaşatılmadığı önemli.
Bugün bir belediyede işe alınacak kişinin adı mülakat öncesinde belli olduğunda, devletin aracıyla markete gidildiğinde, bir ihalenin sonucu önceden konuşulduğunda, aslında bu hutbe unutulmuş oluyor. Oysa unutmamamız gerekirdi.
Ve bu mesele sağcı-solcu olmakla ilgili değil.
Ben görüyorum; sağcıysak “bizimkiler yapıyor” diyerek görmezden geliyoruz, solcuyuz diyelim “biz yıllarca ezildik” diyerek meşrulaştırıyoruz. Ama unuttuğumuz şey şu; Hak, inancın da ideolojinin de üzerinde bir şeydir. Ortaktır. Ve adaletin terazisi hiçbir ideolojiye eğilmemeli.
İşte bu yüzden, ben kendi adıma şunu sorguluyorum;
Bu sözlere gerçekten inanıyor muyuz, yoksa sadece duymayı mı seviyoruz?
Çünkü kamu hakkı veya hak denen şey, hayatın en sessiz ama en büyük sınavı…