Cumhuriyetin 102. yılı.
Yüz iki yıl… Dile kolay…
Bir halkın, yoklukla, açlıkla, inançla, dirençle yeniden doğduğu o büyük hikâyenin yıldönümü.
O yüzden bugün hepimiz heyecanlıyız, hepimiz gururluyuz.
Ve evet… Bir o kadar da duygusalız.
Sabah Atatürk Anıtı’ndaki çelenk bırakma törenindeydim.
Tören olması gerektiği gibi, her zamanki şeklinde, sade ve düzenliydi. Kayseri protokolü, sivil toplum kuruluşları, vatandaşlar… Hepimiz oradaydık.
Ama açıkçası, içimde bir eksiklik oluştu.
Cumhuriyet’in yüz ikinci yılı…
Ve o meydanda sadece iki sıra bayrak vardı, maalesef…
Bayrak dediğin şey sıradan bir süs değildir.
Bayrak; nefes gibi, umut gibi, inanç gibidir.
Ona baktığında içinde bir şey kıpırdar, bir şey seni dimdik ayakta tutar.
Bizim bayrağımız, bu milletin en güçlü duygusudur.
O yüzden belki de bekledim…
Cumhuriyet Meydanı’nı kırmızıya boyayan o coşkuyu, o bayrak denizini, o içimizi titreten görüntüyü.
Çünkü biz bu günü sadece ‘‘kutlamak’‘ için değil, yaşamak için bekliyoruz.
Yoktan var edilmiş bir vatanın evlatları olarak, o meydanda bir arada olmanın heyecanını hissetmek istiyoruz.
Bu yazı bir sitem değil, bir istek!
Bir vatandaşın kalbinden geçen sade bir cümle sadece, ‘‘Cumhuriyet Bayramı’nda o meydan bayrakla dolsun.’‘
Biliyorum, Kayseri bunu yapar.
Yetkililerimiz bu sesi duyar, bu gece Cumhuriyet Meydanı’nı kırmızıya boyar.
Çünkü o kırmızı, hepimizin ortak rengi.
Cumhuriyet’in rengi…
Bugün sadece 102. yılı değil, 102 yıllık bir inancı kutluyoruz.
Atamızın, silah arkadaşlarının, adını bile bilmediğimiz nice kahramanın mirasını.
Ve evet, biz o mirasın emanetçileriyiz.
O yüzden bu gece gökyüzüne bir dilek bırakıyorum: Bayrağımız dalgalansın, Cumhuriyetimiz hep yaşasın…
Ve sayın yetkililer, yineliyorum, lütfen sesimizi duyun, Cumhuriyet Meydanı'nı yarınki tören için bayrağımızla donatın...

