Hafta sonu kendime küçük bir ziyafet çektim. Kahveni aldım, loş ışıkta arka arkaya iki film izledim: Mukadderat ve Kadınlara Mahsus…
Çok konuşulan, çok önerilen filmlerdi. Merak ettim, açtım. Ve gördüm ki, iki film de güçlü ama bende yarattıkları duygular bambaşka oldu.
Mukadderat: El alem meselesi
Evet, film övülmeyi hak ediyor. Nur Sürer yine oyunculuğu ile döktürmüş. Film mizahı ve dramı öyle güzel harmanlamış ki, ödülleri boşuna almamış. ‘El alem ne der?’ meselesini de bütün çıplaklığıyla masaya yatırıyor.
Amaa… İşte bana geçmedi. Çünkü ben hayatımı hiç ‘el aleme' göre şekillendirmedim. Bence Z kuşağı dediğimiz kesim de öyle. Onların en son derdi el alem. Hatta bana sorarsanız biraz abartılı şekilde rahatlar.
O yüzden Mukadderat bana, daha çok annelerimizin, babalarımızın hikâyesi gibi geldi. Onların yaşadığı görünmez baskıyı, onların omuzlarına çöken o zinciri anlatıyor. Ben saygıyla izledim ama kalbime de dokunmadı açıkçası.
Kadınlara Mahsus: Kahkaha, gözyaşı, travmalar
Sonra sıra geldi Kadınlara Mahsus’a. İşte orada kalbim başka çarptı…
Film kadın olmanın ağırlığını çok iyi anlatıyor. Sadece kadın olmanın yükü yetmezmiş gibi, annelik, erkeklerle mücadele, iletişimsizlik, geçmişten gelen travmalar… Hepsine dokunmuş.
Ve en güzeli, kadınların birbirine nefes oluşunu göstermesi. ‘Kadın kadının kurdu değil, yurdudur’ dedirten sahnelerdi bunlar (Günümüzde maalesef kalmayan cinsten).
Filmden sonra ‘İkincisi gelse yine izlerim’ dedim. Hatta bir de önerim var: Keşke bu hikâyenin bir de erkekler açısından çekilmiş hali olsa. Çünkü mesela filmde iki eşli bir adam vardı. Biz onun sadece dışarıya yansıyan kısmını gördük. Ama belli ki onun da bir travması vardı. Onun hikâyesini izlemek de başka bir kapı açardı.
Mukadderat bana mesafeli geldi; Kadınlara Mahsus ise içime işledi.
Peki ya siz... Mukadderat mı, Kadınlara Mahsus mu size daha çok geçti? Hatta varsa film öneriniz, yazın bana lütfen. Belki bir dahaki köşede sizin tavsiyelerinizi konuşuruz.