Bugün size iki farklı şeyden bahsedeceğim... Biri bir kitap, ‘‘Maskülen – Erilliğin Farklı Yüzleri.’‘ Diğeri bir tiyatro oyunu: İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Kayseri’de sahnelediği ‘‘Münasebetsiz.’‘
Biri insanın iç dünyasını kazıyor, diğeri sahnede yüzeyde geziniyor.
İkisi de bana aynı şeyi düşündürdü, derinlik olmadan hiçbir şey kalıcı değil.
Güç değil, denge
Jung’un ‘’Maskülen – Erilliğin Farklı Yüzleri'' kitabı, ‘‘erkeklik’‘ kavramını baştan sona tersyüz ediyor. Eril enerjiyi bir güç göstergesi değil, bir bilinç unsuru olarak ele alıyor. Yani mesele erkek değil; insanın kendi içindeki dengeyi bulma çabası.
Jung’a göre her insanın içinde iki yön var: dişil (anima) ve eril (animus). Kadın da erkek de bu iki kutbu taşır.
Ama toplum, erkeğe duygularını bastırmayı, kadına ise itaat etmeyi öğretince, denge bozuluyor. İşte o zaman ‘‘maskülen enerji’‘ körleşiyor. Erkekliğin krizi de tam buradan doğuyor: güçlü görünürken aslında kendi duygularından korkan bir zihin hali…
Jung’un ‘‘gölge’‘ kavramı bu kitapta merkezde yer alıyor. Gölge; bastırılan, saklanan, hatta inkâr edilen yanlarımız.
Bir insan gölgesini görmezden geldikçe, o karanlık onu yönetmeye başlıyor.
Erkeklikte bastırılan duygu, bir süre sonra öfke, kontrol, hatta şiddet olarak dışarı sızıyor. Jung burada çok net, ‘‘Bastırdığın şey seni ele geçirir.’‘
Bu kitap, erkekliği yargılamıyor; tam tersine, onunla empati kuruyor. Gerçek gücün, zayıflığını inkâr etmeden yaşayabilmekte olduğunu hatırlatıyor. Yani Jung’un ‘‘maskülen’‘ anlayışı, kahramanlık değil, içsel bütünlük üzerine kurulu. Bu yüzden bu kitap sadece erkeklere değil; erkeklerle yaşayan, çalışan, seven herkes için yazılmış. Çünkü hepimizde o dengesiz terazinin bir tarafı ağır basıyor.
‘‘Münasebetsiz’‘ - Zekâsız komedi olmaz
İzmir Devlet Tiyatrosu’nun ‘‘Münasebetsiz’‘ oyunu geçtiğimiz günlerde Kayseri’de sahnelendi. Salon dopdoluydu, beklenti büyüktü. Ama oyun bittiğinde, alkışlar güçlü olsa da yüzlerdeki ifade aynıydı: Hayal kırıklığı!
Francis Veber’in yazdığı metin aslında zekice bir fikir taşıyor;
Bir otel odasında intihar etmeye çalışan saf bir adam ve yan odada işini yapmaya gelen bir kiralık katil.
Yanlış zaman, yanlış yer, yanlış insanlar…
Tam bir kara mizah potansiyeli. Ama sahnede o potansiyel kayboldu. Diyaloglar yüzeyde kaldı, espriler fazla kolaydı.
Bir yerden sonra salondaki gülüşler bile zoraki hale geldi. Kahkaha uğruna zekâdan feragat edilmişti. Kısacası ‘‘Münasebetsiz’‘, adının aksine fazla uslu, fazla risksizdi.
Ama bir istisna vardı: Kiralık katili canlandıran oyuncunun performansı mükemmeldi. Sahneye her girdiğinde enerjiyi toparladı, oyuna nefes verdi. Zamanlaması, vücut dili ve mimikleriyle oyunun bütün yükünü sırtladı. O olmasaydı, oyun çok daha erken dağılırdı. O performans, bir oyuncunun sahnede gerçekten neleri değiştirebileceğinin kanıtıydı.
Kayseri seyircisi artık bilinçli.
Devlet tiyatrosu geldi diye değil, iyi tiyatro izlemek için salonu dolduruyor.
Bu yüzden de yüzeysel oyunlara tahammül az.
Tiyatroda mizah, sadece güldürmek değil, düşündürerek güldürmektir.
‘‘Münasebetsiz’‘ o dengeyi tutturamadı.
Son
Bir kitap, bir oyun.
Biri derinliğin nasıl kazılacağını anlatıyor, diğeri derinlik olmayınca nelerin eksik kaldığını.
Jung’un satırlarında insanın iç yüzü, sahnede ise sanatın boş yüzü.
Belki de ikisi birlikte tek bir cümle söylüyor: Derinliğini kaybeden hiçbir şey, kalıcılığını koruyamaz.