Yolda olmak ne güzel… Sürprizlere açık olmak, yeni ilişkilere, deneyimlere kapı aralamak ne güzel… Yolda olmak; çıkar gözetmeden kurulan bağlar demek. Yepyeni insanlar tanımak, hayatın sana ne getireceğini hesaplamadan sadece akışta kalmak demek. Ve evet, bazen en büyük özgürlük tam da bu: Bilmeden gitmek, tanımadan sevmek, hesapsızca paylaşmak.
Ben de bir tatilden döndüm. Tatil dediğin sadece deniz, güneş değil; yol üstünde karşılaştığın insanlar, kahkahalar, bir masada edilen samimi sohbetler aslında… Bu yolculukta tanıştığım onlarca güzel insandan üçü yüreğime dokundu: Phoenix Montgomery, Gül Nur Polat ve minik Yaman.
Phoenix bir mentalist. Onunla sadece bir kahve içimi kadar sohbet ettik ama bıraktığı etki büyük oldu. Enerjiye, frekansa inanan biri olarak Phoenix’in küçük ama etkili gösterisi bana bir kez daha ‘‘her şey enerjidir’‘ dedirtti.
Şöyle oldu; Benden saatimi istedi. Saatimi avucumun içine koydum ve parmaklarımı kapattım. Phoenix, avucumun çevresinde elleriyle hiçbir şeye dokunmadan bazı hareketler yaptı. Sanki görünmeyen bir enerjiyle etkileşime giriyordu. Sonra ‘‘Şimdi saati aç ve bak,’‘ dedi. Parmaklarımı açtığımda gözlerime inanamadım: Saat, olması gereken zamandan tam 30 dakika geriye gitmişti. Örneğin saat 14.15'se, artık 13.45’ti.
Evet, belki bir başkası için bu bir illüzyondu ama benim için enerjinin, odaklanmanın, sözcüklerin ve niyetin ne kadar güçlü olabileceğinin gerçek bir göstergesiydi. O yüzden konuyu yine getirip ağzımızdan çıkan sözlere bağlıyorum: Söz büyüdür. Ne söylersen, evren onu duyar. ‘‘Bir şeyi kırk kere söylersen olur’‘ derler ya hani, boşuna değil...
Aynı masada bir de güzeller güzeli psikolog Gül Nur vardı. Onunla tanışmak, sanki içimde uzun süredir kapalı duran bir pencerenin açılması gibiydi. Hayatıma yeni bir nefes, yeni bir şifa getirdi. Bazen bir kişi, bir bakış, bir cümle yetiyor insanın değişmesi için… Gül bana bunu hatırlattı. O yüzden ‘‘yol’‘, bazen yeni bir dostluk, bazen içsel bir dönüşüm demek.
Ve Yamancığım… Minicik bedeniyle kocaman bir dünyayı içinde taşıyan şahane çocuk. Sabah kahvemi içerken tanıştım onunla. Evet, fark ettim ki kahve bana hep güzel insanları getirmiş. Hani derler ya, ‘‘Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır’‘, işte o misal…
Ben çocuklarla çok yakın biri sayılmam ama Yaman'ın enerjisi o kadar içtendi ki sohbetimiz kendiliğinden başladı. Biraz sonra kahvaltımız geldi, ailesinden izin alarak ‘‘Sizinle kahvaltı yapabilir miyim?’‘ dedi. Şeref duyduk! Masamıza neşe getirdi. Güldük, konuştuk, paylaştık. Meğer Yaman, lösemi tedavisi görmüş ve şükür ki iyileşmiş. Hayat ona zorluklarla birlikte eşsiz bir olgunluk ve sevgi dili vermiş. Ayrılırken, taş boyamış ve bana hediye etti. Yanında karakterli bir yara bandı da… Şaka gibi, ama içimde öyle bir iz bıraktı ki, hâlâ saklıyorum.
Yaman’la tanışmak bana hayatın en özel hediyelerinden biri oldu. Sözle tarif edemem, ama yüreğimde yeri hep çok büyük olacak.
Bu yüzden diyorum ki:
Yola çıkın…
Yeni deneyimlere izin verin…
İnsanlardan korkmayın, mesafelerden çekinmeyin…
Hayat, akışta güzel…