Modern dünyanın dayattığı sert kabukların altında hepimiz birer yumuşak çekirdek taşıyoruz. Güçlü görünme zorunluluğu, duygularımızı bastırma alışkanlığı ve acıları saklama refleksiyle şekillenen yaşamlarımızda, kırılganlığı zayıflıkla özdeşleştirmek öğretiliyor bize. Oysa ben, hayatın türlü zorluklarıyla yüzleşirken asıl gücün, içimizde saklı kalan o kırılgan parçaları fark etmekten geçtiğini öğrendim.
Toplumsal normlar, özellikle de “güçlü olmalısın” baskısı, bizi içsel acılarımızı yok saymaya itiyor. Fakat ne zaman ki bu normlara başkaldırarak duygularımı paylaşmaya başladım, o zaman gerçek bir özgürleşme yaşadım. Gözyaşlarımı saklamak yerine onlara alan açtıkça, içimde biriken yük hafifledi. Yakın arkadaşlarımla aramda geçen samimi sohbetlerde, onların da benzer incinmişlikleri taşıdığını gördüm. O görünmez yaraların, paylaşmanın sıcaklığıyla nasıl iyileştiğine tanıklık ettim.
Bu farkındalıkla içsel bir yolculuğa çıktım. Kendime şu soruyu defalarca sordum: “Acaba gerçek güç, kırılganlığı kucaklamak mıdır?” Cevap her defasında beni şaşırttı ama aynı zamanda özgürleştirdi. Kırılganlık, yüzeyde çatlak gibi dursa da derinlikte bir bağ kurma kapısıydı. Ailemde ve çevremde benzer duyguları taşıyanları görmek, yalnız olmadığımı gösterdi. İçsel çürümenin en etkili panzehiriydi samimiyet ve paylaşım.
Giderek fark ettim ki, duygusal maskelerimiz bizi korumaktan çok izole ediyor. Güçlü görünmeye çalıştığımızda, içimizdeki çocuğun fısıltılarını bastırıyoruz. Ama o fısıltılara kulak verdikçe, benliğimizle daha derin bir bağ kuruyoruz. Bu bağ, bizi Kırılganlığımı kabul ettikçe hayata karşı daha dirençli, insanlara karşı daha anlayışlı olduğumu fark ettim. Yüzeysel güler yüzlerin ardına saklanmak yerine içimdekileri görünür kıldıkça ilişkilerim derinleşti, kendi iç sesim berraklaştı. Çünkü kırılganlık, insan olmanın en sahici haliydi. Ve bu hali yaşamak, belki de gerçek cesaretin ta kendisiydi.
Sonuç olarak, kırılganlığımızı bastırmak yerine onunla barıştığımızda yaşam daha hafif, daha gerçek ve daha insani bir hal alıyor. Kendi iç yolculuğumda öğrendiğim en kıymetli derslerden biri şu oldu: Güçlü olmak, her şeyi bastırmak değil; tam aksine, duygularınla var olmak ve onları paylaşmaktan çekinmemektir. Bazen en güçlü zırh, en açık yürektir.