Doğanın görünmeyen kahramanlarıyla bir yaşam hikayesi
Bu dünya yalnızca bizim yaşam alanımız değil. Çalılıkların arasında sessizce ilerleyen bir kirpi, sabah ışıkları arasında yavaşça dolaşan bir kedi, ormanda usulca gezinen bir geyik ya da dağlarda yalnız başına yürüyen bir ayı… Hepsi bizimle aynı gökyüzünü soluyor, aynı toprağa basıyor. Onlar konuşmaz ama varlıkları doğanın dengesinde hayati bir rol oynar. Onları fark etmediğimizde hem bir canlıyı hem de doğanın ahengini yitiririz.
Atalarımız hayvanları yalnızca çevresinde yaşayan varlıklar olarak görmezdi. Onlar için her türün bir anlamı, bir yeri ve bir hikayesi vardı. Orta Asya bozkırlarında kartal gökyüzünün gözüydü, leylek baharın habercisiydi. Dağ keçisi özgürlüğün, baykuş bilgeliğin simgesiydi. Hayvana zarar vermek, doğaya olduğu kadar insanlığa da ihanetti. Bugün biz de bu bilinci yeniden hatırlamak zorundayız.
Küçücük bir canı incitmeden yol almak, yol kenarındaki bir kuş yuvasına saygı göstermek, ormanın derinliklerinde süren sessiz yaşama karışmamak… Bunlar içselleştirildiğinde hayatı değiştiren, anlık iyiliklerin ötesine geçen davranışlardır.
Her türün anlatacak bir hikayesi vardır. Tilkinin temkinli adımları, yılanın zarif kıvraklığı, sabahın erken saatlerinde öten kargaların sohbeti… Bu hikayeler doğanın diliyle yazılır. Eğer duymayı bırakırsak, yalnızca bir canlıyı kaybetmeyiz; doğanın sesini ve yaşamın şiirini de unuturuz.
Onlar konuşmaz ama hisseder. Onları görmezden gelmek aslında kendimizi görmezden gelmektir. Farkındalık bir alışkanlıktan öte, bir yaşam biçimi ve sorumluluktur. Hayvanları gözetmek, dünyayla kurduğumuz ilişkinin temelidir. Onların yaşam hakkı, bizim bilinçli çabamızla güvence altına alınır.