Kübra Yıldırım

Köklerden Göklere II –Türk Mitolojisinde Tanrılar ve Ruhlar

Kübra Yıldırım

Geçtiğimiz hafta, “Köklerden Göklere” başlıklı yazımda Türk mitolojisinin kültürel derinliklerine bir kapı aralamıştık. Bu hafta ise o kapıdan adım atıyoruz. Ancak bu adım, sıradan bir adım olmayacak. Çünkü karşımıza çıkanlar, yalnızca sıradan varlıklar değil; gökyüzünün katmanlarında egemenlik süren kudretli tanrılar ve yerin derinliklerinden sessizce yükselen esrarengiz ruhlardır. Türk mitolojisi, insanın evrenle, doğayla ve kendi iç dünyasıyla kurduğu ilişkiyi yücelten bir yaşam felsefesidir. Atalarımızın hayal gücünden doğan tanrılar ve ruhlar, sadece inançları değil, her birini kuşatan doğayı ve yaşam biçimini de şekillendirmiştir.

Türkler, göğe bakınca sadece mavi bir boşluk görmediler. Orada, belki de adını hiç anmadığımız fakat  içimizde derin bir yankı bırakan bir sessizlik vardı. Bazen bir dua, bazen bir iç geçirme ya da  anlamlandıramadığımız bir huzur. Türkler, bu boşluğa Tengri derler. Yani Gök Tanrı. Tengri, sadece bir yaratıcı değil; görünmeyen ile görüneni birbirine bağlayan bir dengeydi. İnsan dua ederken gözünü yere değil, göğe kaldırıyorsa; işte o an, Tengri’nin hala  bizimle olduğunun en belirgin işaretidir.

Tengri’nin ardından gelen ışık Ülgen’di. Yedi kat göğün en üst katında, ışığın kaynağında yaşardı. Karanlık düşünceleri dağıtan bir sezgi gibi. İnsana bilgelik verirdi ama bunu kelimelerle değil, hislerle yapardı. Bazen bir rüyayla, bazen de bir niyetle.  Bazı şeyleri neden yaptığımızı bile bilmeden, sanki içimizdeki bir başka akılla.

Ama her ışığın bir gölgesi olurdu. Ve o gölgeye de bir ad verilmişti: Erlik. Erlik Han, yer altının efendisi, gölgelerin sesi, içimizdeki çarpıklığın şekliydi. Kötülüğün tanrısı değil; insanın sınavıydı. Öfkelendiğimizde, kıskandığımızda, kendimizden şüphe ettiğimizde  oradaydı. Ama bu, onun kötü olduğu anlamına gelmezdi. Çünkü Türk mitolojisinde karanlık yok edilmezdi. Tanınırdı, tanımlanırdı, dengelenirdi.

Bu yüzden Türklerin inancı hep ortada bir yerdeydi. Ne tamamen iyiye teslimiyet, ne tamamen kötülükten korku. İnsana bırakılmış önemli bir boşluk vardı. Ve işte o boşluk, irade denilen kutsal topraktı. Her tanrı bir yönüyle insana aitti. Tengri uzak ama hissedilendi. Ülgen yakındı ama sessizdi. Erlik korkutucuydu ama dürüsttü. Ve insan, bu üçünün arasında yolunu seçerdi.

Peki insanın seçimleri ne kadar değişti? Türk mitolojisinin izleri, zamanla modern dünyada nasıl bir yolculuğa çıktı? Bu sorunun cevabını, önümüzdeki hafta, bu öykünün final bölümünde, Türk mitolojisinin bugünkü yaşamda nasıl sürmeye devam ettiğini ve modern hayatın hangi davranışlarında onun izlerini taşıdığımızı birlikte keşfedeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları