Abraham Maslow, insan ihtiyaçlarını bir piramit biçiminde sıralarken, insanı evrensel bir varlık olarak ele almıştı. Ancak bu “insan” ne kadar evrenseldi? Piramidin her basamağı, toplumsal cinsiyetin etkisinden bağımsız mıydı? Bugün hala pek çok kadın, fizyolojik ihtiyaçlarını bile özgürce karşılayamıyor; güvenlik arayışı ise sadece kapıyı kilitlemekle sınırlı kalmıyor, sokakta yürürken, bir evlilikte var olurken ya da iş yerinde nefes alırken bile devam ediyor. Maslow’un teorisi, belki de kadınlar için daha en başından yamuk bir piramitle başlıyor. Bu yazıda, kadınların ihtiyaçlarının bu hiyerarşi içinde nasıl sıkıştığını veya yeniden nasıl yazılması gerektiğini sorgulamak istiyorum.
Maslow’a göre en temel ihtiyaç fizyolojik ihtiyaçlardır: yemek yemek, uyumak, su içmek, nefes almak. Ancak bir kadın için bu basit gibi görünen ihtiyaçlar bile, çoğu zaman toplumsal kısıtlamalarla kuşatılmıştır. Kadın bedenine dair doğal süreçler hala görmezden geliniyorsa, yeme alışkanlıkları “kadınca” kontrol altına alınıyorsa, bedenin doğrudan ihtiyaçları bile kadın için özgür değildir. Diyet kültürü, beden normları, hamile kalma ya da kalmama “hakkı” gibi konular, kadının bedenine dair en temel ihtiyaçlarını bile başkasının gölgesinde yaşamasına neden olur. Yani, piramidin temeli bile sallantıdadır.
İkinci basamak olan güvenlik ihtiyacı, kadınlar için çoğu zaman bir lüks gibidir. Güvende hissetmek, erkekler için “standart” bir hak gibi görülürken, kadınlar için önce korunmayı “hak etmesi” beklenir. Gece yalnız yürümek, bir minibüse binmek, kendi evinde yüksek sesle konuşmak. Tüm bunlar, bazı kadınlar için cesaret gerektiren eylemlere dönüşür. Sadece fiziksel güvenlik değil, ekonomik ve duygusal güvenlik de eksiktir. Kadınlar hala erkeklere oranla daha az ücret alıyor, iş güvencesi daha kırılgan ve “başarılı olmanın” bedeli çoğu zaman yalnızlaşmaktır. Güvenlik, kadınlar için bir ihtiyaç değil, bir mücadeledir.
Üçüncü basamak olan ait olma ve sevgi ihtiyacı, kadınlar için en çok manipüle edilen alandır. Kadına, ait olması gereken yerler öğretilir: evi, ailesi, kocası, çocukları. Ama gerçekten ait hissediyor mu, yoksa ait olmaya zorlanıyor mu? Bu genellikle sorulmaz. Sevgi ihtiyacı, bağımlılıkla karıştırılır fedakarlıkla kutsanır. Kadınlar bazen kendini sevilmeye layık görebilmek için önce “yeterince iyi” olmaya çalışır. Oysa erkekler için bu, doğrudan bir ihtiyaçken kadın için önceki basamaklarda "kendini kanıtlama" şartına bağlanmıştır.
Saygı ihtiyacı... İşte oraya gelene kadar pek çok kadın zaten yolun yarısında tükenmiştir. Saygı görmek için önce “güçlü kadın” olmak gerekir. Ama güçlü kadın ya sert bulunur ya da yalnız kalır. Sessiz kalırsa “zayıf”, konuşursa “fazla”. Toplumun saygısını kazanmak, kadının kendi özsaygısını çoğu zaman bastırmasını gerektirir. Oysa saygı, doğrudan bir hak olmalıydı bir ödül değil.
Ve son basamak: Kendini gerçekleştirme. Maslow’un piramidinde bu, en yüksek ama en az ulaşılan noktadır. Kadınlar içinse bu, neredeyse bir ütopyadır. Çünkü diğer tüm basamaklara erişmek, bir erkekten çok daha zor, çok daha gecikmeli ve bazen hiç mümkün değildir. Kendini gerçekleştirmek için önce anneliği gerçekleştirmek, evi düzene sokmak, toplumun beklentilerine uygun yaşamak gerekir. Bir kadının ressam olması, şair olması, filozof olması hala sıra dışı görülür. Oysa kendini gerçekleştirmek, bir kadının sadece hakkı değil, varoluşunun doğal bir devamıdır.
Belki de kadınlar için Maslow’un piramidi, doğrusal bir ilerleme değil; inişli çıkışlı, çelişkilerle dolu bir yol haritasıdır. Belki de kadınlar, her basamağa her gün yeniden tırmanmak zorundadır. Ya da belki de kadınların Maslow’u başka türlü çizilmelidir: daha yatay, daha döngüsel, daha gerçek. Çünkü kadınlar sadece ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıyorlar, aynı zamanda o ihtiyaçları sorguluyor, dönüştürüyor ve yeniden tanımlıyorlar. Belki de en özgürleştirici olan da budur: Kendi piramidini, kendi ellerinle yeniden inşa etmek.
Bu yazı, tüm kadınların deneyimini kapsama iddiası taşımaz; ancak pek çok kadının ortak olarak yaşadığı yapısal eşitsizlikleri, Maslow’un ‘evrensel’ kabul edilen çerçevesi üzerinden yeniden düşünmeye davet eder.