Kübra Yıldırım

Kadına Şiddet ve Toplumsal Baskılar

Kübra Yıldırım

Kadın olmak, toplumumuzda hem bir yük hem de bir savaş. Kadınlar, neredeyse her alanda belirli kalıplara sıkıştırılmakta, bu kalıpların dışına çıkmamaları gerektiği öğretilmektedir. Bu zorlayıcı toplumsal rollerin temeli dilde atılmaktadır. Her gün tekrar edilen, kadının “yerini” anlatan sözler, şiddetin başlangıcını simgeler. Kadına yönelik şiddet, yalnızca fiziksel bir saldırı değildir; dil, o ilk darbedir. Kadına güç gösterisi yapmak, onu denetlemek, toplumsal düzende kurduğu ‘normal’ ilişkilerin bir parçası haline gelir. Ve biz buna alışırız, çünkü şiddet dilde normalleştirilmiştir.

Kadınların cinsiyeti, biyolojik bir olgu olmanın ötesindedir. Toplumsal olarak belirlenmiş bir kimliktir; evdeki işler, çocukların bakımı, her şeye yetişme beklentisiyle şekillenen bir kimlik. Bu kimlik, kadının toplumsal rolüne biçilen anlamla tanımlanır. Kadının varlığı, yalnızca doğurmak ve bakmak için birer araç haline gelir. Kadın ne zaman kendi kimliğini, kendi isteklerini ve arzularını öne çıkarsa, ona yapılan ilk şey yargılamak olur. Bu yargılar, kadının yalnızca bir rolünü değil, tüm varlığını silmeye yönelik saldırılardır. Kadın düşmanlığı, bu toplumda bir düşünme biçimidir. Bu zihniyetin ardında, kadınları küçümseme, onları yönlendirme, ve her adımlarını kontrol etme arzusu vardır.

Toplumsal eşitlik, yasalarla sağlanabilir mi? Elbette. Ama bu yalnızca ilk adımdır. Yasalar, eşitliği yazmış olsa da, toplumsal hayat hala kadının rolünü sınırlayan, ona biçilen yerin dışında bir yer tanımamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, yazılı hukukun sınırlarını aşmak zorundadır. Yasal haklar bir kadına tanınsa da, fiili eşitlik için toplumun zihniyetinin değişmesi gerekir. Kadının her hareketi, her kararı, her yönelimi hala bir eleştirinin hedefi olmaktadır. Toplumsal kalıplar, kadınları sınırlarına hapsederken, bir yandan da o sınırların dışına çıkmaya çalışan her kadını cezalandırmak ister.

Ve nihayetinde şiddet. Toplumumuzda güçsüz görülen her şey, şiddetle karşılaşır. Kadınlar da bu şiddet çarkında, “güçsüz” sayılan varlıklar olarak sıkışıp kalırlar. Evlenmek, toplumun onayını almak anlamına gelir. Ama boşanmak, kaybedilen her şeyin, toplumun dışına itilmenin simgesidir. Kadın için evlilik, ev içinde ne kadar ezildiğinin, ne kadar kontrol altına alındığının onaylanmasıdır. Kadınlar, kendilerini var etmekte zorluk çekerler. Çünkü kadınlık, toplumsal algıda, kimlikten çok bir yük olarak kabul edilir. Toplumsal cinsiyet, kadınları bu yükle var olmaya mahkum ederken, şiddeti normalleştirir. Kadın düşmanlığı, bir kültür haline gelir.

Ve bu zincir, sadece kadınların değil, tüm toplumun zinciridir. Bu kötülüğü durduracak olan şey, yalnızca kadınların hakları için değil, insanlık onuru için de verilen bir savaştır. Kadına şiddet, şiddetin en yaygın ve en görünmeyen halidir. Bu acıyı sona erdirebilmek için, tüm bu alışkanlıkları, bu dil ve bu düşünce biçimini bir an önce terk etmeliyiz. Kadına şiddet, sadece fiziksel değil, zihinsel bir boyuta da sahiptir. Ve her birimiz, bu boyutları dönüştürmek zorundayız.

Yazarın Diğer Yazıları