Son zamanlarda fark ettim ki, etrafımda herkes durmadan bir yerlere gitmeye çalışıyor; nereye, neden, ne için, hiç sorgulamadan. Kimisi şehir değiştirmenin hayalini kuruyor, kimisi yurtdışına kaçmayı planlıyor, kimisi de ‘yeni bir başlangıç’ adı altında yolların kendisine çözüm sunacağını sanıyor. Ama burada sözünü ettiğim, iş için yapılan mecburi gidişler değil benim gözlemim, huzursuzluğundan kaçmak için sürekli başka adresler arayan, sorularından saklanan ve kendine bakmayı göze alamayan insanlar üzerinde. Çünkü insan nereye giderse gitsin, kendini de beraberinde götürür ve yanında taşıdığı boşluğu hiçbir şehir dolduramaz.
Ben gezmeyi, yeni yerleri, insan manzaralarını ve hayat kırıntılarını keşfetmeyi severim ama gözlemlediklerim gösteriyor ki, çoğu zaman bu hareketlilik kaçışa dönüşüyor. Şehirler değişir, evler değişir, yüzler değişir ama sen aynı sen olarak kaldığın sürece, içindeki boşluk peşini bırakmaz. Otobüs biletleri, uçak yolculukları, pasaport damgaları bunu değiştiremez en fazla bir süreliğine erteletir. Yeni sokaklarda, farklı yüzlerde geçici bir heyecan bulursun ama gece başını yastığa koyduğunda geriye yalnızca kendi sesin kalır ve sorular yeniden kapını çalar: Kimim ben, ne istiyorum, neden bu huzursuzluğu taşıyorum?
Yer değiştirmek, bir şehirden diğerine kaymak, ülkeler arası yolculuk yapmak çoğu zaman kimlik arayışı gibi sunulsa da aslında bir kaçış, bir kaybolma halidir. Kaçtığını sanırsın ama kendi gölgenle, kendi eksiklerinle yüzleşmeden hiçbir yere ulaşamazsın. Kaçmak kolaydır; yüzleşmek yürek ister. İşte bu yüzden insanlar kilometrelerce yol alır, ama birkaç adım içeriye inmeyi göze alamaz. Gerçek yolculuk, coğrafyada değil, benliğin derinliklerinde başlar.
Gezgin olma hali, çoğu zaman bir buluşma değil, kaybolma ve kaçma halidir. Her gittiği yeni yerde bir süre sonra yeniden kaybolur sanki yolculuğun sonunda kaybolan yer, hiçbir zaman bulunmayacaktır. İnsanlar, yer değiştirmenin eski hayatlarının yüklerinden kurtaracağını sanır, ama gitmek çözüm değildir bir yerden bir yere kaymak, içlerinde taşıdıkları eksiklikleri de sürükler. Hiçbir yer, içindeki boşluğu dolduramaz.
Belki de aradığımız şeyi, sürekli hareket ederek değil, kendi içimizde durup bakarak bulabiliriz. Durup eksiklerimizle, kayıplarımızla ve sorularımızla yüzleştiğimizde yolculuk anlam kazanır. Çünkü gerçek keşif, yeni bir şehirde değil, kendi ruhumuzdadır. Ve işte o zaman sorulacak tek soru kalır: Sen daha ne kadar kendinden kaçmayı sürdüreceksin?