Uzun zamandır anlamı aradığımı fark ettim ama bulduğum her cevap yeni bir soruya dönüşüyor. Özellikle de insanlar konusunda. Bir davranışı çözdüğümü sandığım anda başka bir yüz çıkıyor karşımda. Beklentiler, çelişkiler, susuşlar… Hepsi zihnimi susturmak yerine daha da kışkırtıyor. Belki de felsefe böyle başlıyordur. İnsanla uğraşmaktan yorulup, insanı anlamaya çalışmayı seçtiğimiz an.
İnsanın tuhaf bir tarafı var. Sadece bilmek istemiyor, bilmek istediğinin farkında olarak yaşıyor. Merak, bir dürtü değil; varoluşun temel kaynağı. Bulduğumuz her cevap, içimizde yeni bir boşluk açıyor. Aristoteles’in söylediği gibi, “insan doğası gereği bilmek ister.” Ama bu cümleyi yıllar sonra daha iyi anlıyorum. Biz sadece bilgi peşinde değiliz, bilgiyi hayatın anlamına dönüştürmeye çalışan bir türüz. Cevapları çoğaldıkça tatmin olmayan, tatmin olmadıkça daha çok soru üreten bir yapımız var. Felsefenin gücü tam da burada başlıyor; insanı kendi merakının aynasına bırakıyor.
İnsanın en ilginç yanlarından biri de şu: Ne kadar bilirsek bilelim, içimizde hep bir eksik duygusu kalıyor. Sanki zihnimiz gizli bir boşluğu sürekli doldurmaya çalışıyor ama her dolan yer başka bir yerden yeniden oyuluyor. Merak bitmiyor, sorular susmuyor, cevaplar yetmiyor. Çünkü insan sadece bilgi arayan bir varlık değil; anlam arayan bir varlık. Ve anlam, hiçbir zaman tam olarak ele avuca sığmıyor. Belki de bu yüzden felsefe, insanın en dürüst uğraşı. Bizi gerçekle değil, kendi yüzümüzle karşılaştırıyor. Suskunluklarımızla, korkularımızla, çelişkilerimizle. İnsanın neden yetinmediğini düşündükçe şunu fark ediyorum: Asıl aradığımız şey bilgi değil, kendimizdeki boşluğu taşıyabilme cesareti.
Bu arayış sadece benim hikayem değil. Binlerce yıl önce de insanlar aynı boşluğu hissetmiş, aynı soruları sormuş. Sokrates, her karşılaştığı sorunun ardından kendi bilgisizliğini kabul ederek bizi yüzlemişti; Platon, ideal devleti hayal ederek insanın doğası üzerine düşündü; Konfüçyüs, erdemin günlük yaşamla nasıl örtüştüğünü sorguladı. İslam düşünürleri hikmet arayışını, insanın iç dünyasını ve evrenle olan ilişkisini derinleştirmek için kullandı. Her biri farklı coğrafyada, farklı zamanlarda ama aynı temel soruyla uğraştı: İnsan kimdir ve varoluş ne anlama gelir? Bu yüzden Dünya Felsefe Günü, geçmişi hatırlamayı aşarak, insanın değişmeyen merakına ve bitmeyen sorgusuna saygı duruşu niteliğindedir.
Belki hiçbir zaman bütün cevapları bulamayacağız. Belki insanın merakı, tatminsizliği, sorgulama dürtüsü bitmeyecek. Ama tam da bu bitmeyen arayış, felsefenin gücünü gösteriyor. Dünya Felsefe Günü, bize hatırlatıyor ki insan, her çağda aynı boşlukla yüzleşmiş ve yüzleşmeye devam edecek. Ve bu yüzleşme, korkakların değil, düşünenlerin, sorgulayanların ve bilmek isteyenlerin işidir. Bugün, kendi merakımıza ve kendi sorularımıza sahip çıkalım; çünkü insan bilmek isteyen, anlam arayan bir varlıktır ve felsefe, bize bu cesareti verir.