Kayseri’de bugüne dek bir orman yangınına şahit olmadım. Ancak bu, olan biteni uzaktan izlerken içimin yanmasına engel olmuyor. Ekranlardan yükselen dumanlar, sadece yanan ağaçların değil, içimizdeki duyarlılığın da kül olduğunu gösteriyor.
Son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan orman yangınları, doğanın ne kadar savunmasız olduğunu gözler önüne seriyor. Yalnızca ağaçlar değil; kuşlar, böcekler, toprağın canı yanıyor. Yangınla birlikte gökyüzü kararırken, insanın içi de kararıyor.
Kayseri, bozkırın ortasında yeşile özlem duyan bir şehir. Bu yüzden doğa bizler için tek başına bir manzara olmanın ötesinde korunması gereken bir mirastır. Belki yangınlar burada yaşanmadı ama bir felaketin coğrafi sınırı olmaz acının haritası yoktur.
İklim değişikliği, insan ihmali, bilinçsizlik... bu felaketler tesadüf değil. Ve sadece itfaiyecilerin omzuna bırakılacak kadar küçük sorunlar da değil. Doğaya zarar veren her davranış, bu yangınların görünmeyen kıvılcımıdır.
Sorumluluk tek başına yanan ormanlara su taşımak değildir. Öncesinde korumak, sonrasında iyileştirmek ve sürekli bilinçlenmektir. Bir ağacı sevmek; gölgesinde oturmaktan çok köklerine sahip çıkmakla başlar.
Belki Kayseri’de ormanlarımızı alevler yutmadı ama biz de kendi payımıza düşen görevi sorgulamalıyız. Yangın uzakta olsa da, ders yakınımızdadır. Toplum olarak artık geç kalmadan daha duyarlı, daha bilinçli, daha kararlı olmak zorundayız.
Çünkü doğa bir kez küstü mü, geri dönmez. O yüzden doğayı korumak bir tercih sayılmaz bugüne ve geleceğe karşı bir borçtur. Ormanlar sustu, şimdi konuşma sırası bizde.