Toplum olarak dilimize yapışmış bir cümle var:
‘‘Bana bir şey olmaz.’‘ Masum bir rahatlama ifadesi gibi görünür ama bu söz, en büyük felaketlerin mayasıdır.
Trafikte emniyet kemerini ‘‘rahatsız ediyor’‘ diye takmayan, iş yerinde güvenlik ekipmanını ‘‘boş iş’‘ diye küçümseyen, yangın tüplerine sadece formalite gözüyle bakan bir alışkanlığın içindeyiz. Tehlike kapımızda olsa bile sorumluluk almaktansa, ‘‘bir şey olmaz’‘ diyerek kendimizi avutuyoruz. Oysa bu, sadece bizi değil; sevdiklerimizi, geleceğimizi, koca bir toplumu riske atıyor.
Bu düşünce, çocukluktan itibaren öğretiliyor. ‘‘Allah korur’‘ diye tedbiri elden bırakıyoruz. Oysa tevekkül, tedbiri terk etmek değil tedbir aldıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. İnanç, ihmali affetmez.
Hayatta her şeyi kontrol edemeyiz, ama edebileceklerimizi de ‘‘boşver’‘ diyerek geçiştirmek, felaketin ta kendisidir. Depremde yıkılan binalar, bakımsızlıktan çıkan yangınlar, yok sayılan uyarılar sonrası yaşanan kazalar… Hepsinin ardından aynı soru sorulur:
‘‘Neden önlem alınmadı?’‘
Bu sadece bireysel bir tembellik değil, toplumun geneline işlemiş bir hastalık. Devlet kurumundan özel sektöre, sivil toplumdan bireylere kadar herkesin payı var. Ama unutmayalım: değişim, bireyden başlar. Bugün tedbir alan biri, yarının güvenli toplumunu kurar.
‘‘Bana bir şey olmaz’‘ demek kolaydır. Hesap vermez, sorumluluk taşımaz, konforludur. Ama zor olan, o cümleyi terk edebilmektir. Çünkü hayat bize tekrar tekrar gösteriyor: Tedbir, insan olmanın bir gereğidir.
Kendi güvenliğini önemsemeyen, başkasının hayatını da riske atar. Şimdi kendimize soralım:
Gerçekten ‘‘bana bir şey olmaz’‘ mı?
Yoksa bu cümle yüzünden, çoktan bir şeyler oldu mu?