Eskiden insanlar bir ev sahibi olma hayaliyle yaşardı. Yıllarca çalışır, birikim yapar, sonunda başlarını sokacak bir yuva edinmeyi düşünürdü. Ev, sadece dört duvar değil, bir aidiyet duygusu, bir gelecek planıydı. Ancak bugün bu durum, birçok kişi için bir hayalden öteye geçemiyor. Artan konut fiyatları, yüksek faiz oranları ve ekonomik belirsizlik, özellikle genç kuşak için ev sahibi olmayı neredeyse imkânsız hâle getirdi.
Ev alma umudunu kaybedenler rotayı arabaya çevirdi. “Hiç değilse bir aracım olsun, özgürlüğüm olur” düşüncesi kısa sürede yaygınlaştı. Ama çare burada da tükenmeye başladı. Araç fiyatlarının hızla artması, krediye erişimin zorlaşması ve yükselen vergiler, bu umudu da gölgeledi.
Arabadan vazgeçenler ise bu kez yönünü teknolojiye, elektronik eşyalara çevirdi. “En azından iyi bir telefonum olsun” ya da “Yeni bir televizyon alayım, evde moralim yerine gelsin” anlayışı ortaya çıktı. Teknolojik ürünlere duyulan bu geçici yönelim aslında temel ihtiyaçlara erişememenin ve büyük hayallerden vazgeçmenin küçük bir telafisiydi.
Ancak gücü buna da yetmeyenler artık günübirlik yaşamaya başladı. “Bari güzel bir yemek yiyeyim”, “Kendime bir kahve ısmarlayayım”, “Bugünü mutlu geçireyim, yarını sonra düşünürüm” diyen insanların sayısı gün geçtikçe artıyor. İnsanlar artık birikim değil tüketim üzerine kurulu bir hayatın içinde ayakta kalmaya çalışıyor. Gelecek için değil sadece bugün için yaşıyorlar.
Bu tabloya dışarıdan bakıldığında herkesin mutlu olduğu izlenimi doğabilir. Sosyal medyada paylaşılan kahve fotoğrafları, hafta sonu gezileri ya da alışveriş poşetleriyle dolu görüntüler... Hepsi birer yanılgı! Çünkü aslında herkes bir şeylerden vazgeçti. Evden, arabadan, birikimden, güvenceden... En çok da gelecekten...
Bugün sokakta karşılaştığınız insanların gözlerinin içine iyi bakın. Kimisi kredi borcunu düşünüyor, kimisi kirayı nasıl ödeyeceğini. Kimisi hayal kurmayı çoktan bırakmış, kimisi ise hâlâ direniyor. Direnmek diyorum çünkü artık hayal kurmak bile cesaret istiyor bu ülkede.
Ekonomi verileri bize büyüme, iyileşme ya da toparlanma anlatabilir. Ama hayatın içinden gelen ses, bambaşka şeyler söylüyor. Bugün ev hayalinden vazgeçen, yarın arabayı bırakıyor. O da olmayınca, tek günlük keyifler kalıyor elimizde. Bir tatlı, bir kahve, bir deniz kenarı yürüyüşü...
Bu yazıyı bir karamsarlık manifestosu olarak değil, gerçekliğe ayna tutmak için yazıyorum. Çünkü bir toplumun hayalleri küçülüyorsa, bu sadece ekonomiye dair bir gösterge değildir. Aynı zamanda geleceğe dair inancın da zedelendiğinin işaretidir.
Ve en acısı, artık kimse bir şeylerin peşinden koşmuyor. Çünkü herkes bir şeylerden çoktan vazgeçti.