Eskiden bir şeyleri başarmak için çalışmak, çabalamak, alın teri dökmek yeterliydi. Emek dediğimiz kavramın hâlâ bir ağırlığı vardı. Bir meslekte ilerlemek, itibarlı bir konuma gelmek bilgi, tecrübe ve dürüstlükle olurdu. Ama artık o dönemi geride bırakıyoruz.
sosyal medyada karşılaştığımız bir videolarda, bir doktorun hastalığı yapay zekâya sormasını görüyoruz. Başka bir gün mühendisim ben diyen birinin hatalı yapmasından kaynaklı çöken bir bina haberi çıkıyor karşımıza. Sonra sahte diplomayla yıllarca hastaları tedavi eden sözde doktorları okuyoruz. Eskiden doktor oldum diyene saygı duyulurdu. Şimdi gerçekten doktor mu acaba? diye soruyoruz içimizden.
Bu güven kaybı sadece sağlık alanında değil tüm mesleklerde yaşanıyor. Öğretmeniyle, hakimiyle, mühendisiyle, gazetecisiyle... Etrafımıza dikkatlice baktığımızda her meslek grubunda işin ehli olmayan ama bir şekilde bir yerlere gelmiş kişilerle karşılaşıyoruz. Kimisi torpille kimisi x partisinden bağlantılarla kimisi yalnızca birini tanıdığı için koltuk sahibi oluyor. Ve bunu herkes biliyor.
Bir dönem çalışkan olmak, üretmek, azimli olmak erdemdi. Bugünlerde ise ‘kimleri tanıyorsun?’ ya da ‘hangi partiye yakınsın?’ soruları daha çok kapı açıyor. Böyle bir sistemde gerçekten liyakatli olan insanlar yavaş yavaş geri çekiliyor. Umudunu kaybediyor. Gençler ise daha yolun başındayken hayallerinden vazgeçiyor. Çünkü görüyorlar ki, tek başına bilgi yeterli değil.
Siyasi yapılar toplumsal kayırmacılık, yozlaşan kurumlar, denetimsiz süreçler... Ve elbette değer yargılarının yitirilmesi. Bir zamanlar ‘alın teri kutsaldır’ denilen bu topraklarda şimdi kısa yoldan köşe dönme hayaliyle yaşayan bir nesil yetişiyor. Çünkü öyle olması gerektiğini izliyoruz görüyoruz.
Liyakati, adaleti, dürüstlüğü yeniden öncelik haline getirmek zorundayız.