Taşra hayatının sınırlarını zorlayan kadın…
Gustave Flaubert, 1856 yılında yayımladığı ilk romanı olan Madam Bovary, yayımlandıktan sonra toplumun ahlaki ve dini duygularına hakaret ettiği gerekçesiyle yasaklandı. Sonra yasak kaldırıldı ve şimdi hâlâ okunan edebiyatın önemli kitapları arasında yer alıyor.
Peki, bu roman neden bu kadar eleştirildi? Madam Bovary nasıl bir karakter?
Tekdüze bir hayat süren ve saf bir adam olan Charles Bovary, aile baskısıyla sevmediği bir evlilik yapıyor. Sonra da çocuksu hayallere kapılan, zenginlik meraklısı Emma ile evleniyor.
Ben bu romanda Charles ve Emma’yı sevemedim. Charles çevresinde olup bitenleri görmezden gelen, kendini savunamayan zavallı bir adam…
Emma’ya gelirsek; romanı okuduğunuzda kesinlikle nefret duyacağınız bir karakter. Çünkü eşi Charles’ı defalarca aldatıyor. Güya kendine göre haklı sebepleri var.
Romanda Emma’yı anlatan bir söz geçiyor, “Ona göre, aşk birdenbire, büyük gürültülerle, ışıklarla, şimşeklerle gelirdi herhalde. Hayatın üstüne düşüp onu altüst eden, kuralları yaprak gibi koparan, yüreği uçuruma sürükleyen bir gökyüzü kasırgasıydı o”
Aslında Emma, yaşadığı hayatın monotonluğundan sıkılmıştı sadece…
Zenginlik ve entrika arıyor, heyecan istiyordu.
Ne var ki tekdüze bir hayatı olan Charles, ona bunu yaşatamıyordu. Bir süre sonra Charles’ı aldattığı için pişman olup dine yöneliyordu.
Ancak sonrası intihar...
Emma’nın bu hastalıklı yapısı tıp alanında mevcut, günümüzdeki adıyla ‘Bovarizm’…
Yaşadığı hayatı beğenmeyen ve farklı yaşam arayışına giren insanların, en sonunda kendine zarar vermesiyle sonuçlanan ruh ve sinir hastalığıdır. Bovarizm mutluluk arayışı içinde olmaktır. Hatta bu size Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanında ki Bihter karakterini hatırlatmış olabilir. Bihter karakteri Türk edebiyatının ilk bovarist kadınıdır.
Roman sadece bundan ibaret değil tabi…
Yazar, ait oldukları toplumsal sınıfın normlarının ve değer yargılarının özelliklerini tüm karakterlere işlemiş. Mesela romanın orijinal de alt başlığı ‘Taşra Adetleri’…
O zamanlarda taşralılar, kalıp düşünceler içinde yaşayan, dogmatik, sanatı ve edebiyatı sevmeyen, materyalist dünya görüşüne sahip insanlardır. Taşra adetleri ise küçük burjuva geleneklerinin bir eleştirisidir demek mümkün…
Yani romanı okuduğunuz zaman kendinizi 1857’de Fransa’da yaşayan bir taşralı gibi hissedebilirsiniz.