Daha iki yıl önce, 6 Şubat sabahına uyanırken hissettiğimiz o tarifsiz korkuyu, o çaresizliği unutamamışken. Balıkesir’de yaşanan 6.1 büyüklüğündeki deprem, bize bir kez daha aynı filmi izlettirdi. Yıkılan binalar, sokaklara taşan panik, gözlerimizdeki o tanıdık korku… Ve ne yazık ki, yine susan telefonlar.
GSM operatörleri, bu ülkede depremler kadar olağan hale geldi artık. Her büyük sarsıntıda sinyaller kesiliyor, mesajlar gitmiyor, aramalar düşmüyor. O anlarda insanlar birbirine ‘’iyi misin?'' diye soramıyor, bir ‘’burdayım'' diyemiyor. Peki, bu sessizliğin bedelini kim ödüyor? Biz. Yine biz.
Oysa deprem, doğanın suçu değil. Ama hazırlıksızlık, ihmalkarlık, bize bir şey olmaz rahatlığı… işte bütün bunlar bizim suçumuz. Binalar yıkılıyor çünkü hala deprem yönetmeliğine uymayan yapılar var. İletişim kesiliyor çünkü yıllardır altyapı güçlendirilecek deniyor ama kriz anlarında hala çöken sistemlerle baş başa kalıyoruz.
Bir deprem, sadece toprağı değil, hafızamızı da sarsmalı. 6 Şubat’ta yaşadıklarımızdan ders çıkarmamız gerekiyordu. Ama belli ki o ders defteri rafa kaldırılmış. Oysa her sayfasında hayat var, umut var, sevdiklerimize kavuşmanın değeri var. Ve biz, hala aynı sorunun cevabını arıyoruz:
Daha kaç defa yıkılacağız ki aklımız başımıza gelsin?
Cevabı çok uzaklarda değil…
Bir sonraki depremde, yine enkaz başında bulacağız.
Geçmiş olsun Balıkesir, geçmiş olsun Türkiye…