Her sabah daha gözlerimi açmadan elim telefona gidiyor. Sanki dünya ben uyurken dönmeyi bırakmışta yeniden başlatmak için ekrana dokunmam gerekiyormuş gibi. Bildirim sesi çıkmasa bile kontrol ediyorum. Ne oldu? Kim ne yapmış? Ne kaçırdım? Bu durum günümüzde bir çok insanda var ne yazık ki. Telefonlarımızla aramızda sessiz bir bağ var artık. O bizim elimizi bırakmıyor biz de onun ekranına bakmadan bir kahve içemiyoruz. Eskiden göz göze konuşmalar vardı. Şimdi gözler ya ekranın ışığında ya da karşılıklı otururken bile parmaklarımız klavye üzerinde. Sessizlik, artık huzurun değil, internet kesintisinin habercisi oldu.
Geçenlerde sevdiklerimle birlikte otururken çevreme dikkatle baktım. Bazılarımız tamamen sessizliğe bürünmüş telefondan başını kaldırmıyor, bazılarımız biri konuşurken telefondan başını kaldırıp karşısındakinin yüzüne bakmıyor. Eskiden bu tür davranışlar saygısızlık olarak algılanırdı ama artık kimse bunu da umursamıyor. Oysa o anın güzelliği, birlikte vakit geçirmenin önemi, sohbet etmek, birlikte kahkahalar atmak… Hepsi arka planda kalmıştı. Gerçek hayat, bir instagram hikayesi gibi izleniyor sadece. Kimse gerçekten orda değil.
Ben de zaman zaman kendimi sorguluyorum. Bu kadar bilgiye sahipken neden bu kadar yorgunum? Neden her bildirimle içimde hafif bir sıkıntı oluşuyor? Çünkü zihnim dinlenemiyor. Çünkü parmaklarım durmadan kaydırıyor ama ruhum hiçbir şeye dokunamıyor. Telefonlar bizi dünyaya bağlamak için var ama farkında olmadan bizi kendimize yabancılaştırıyor. Sevdiklerimiz yanı başımızda ama biz uzak bir dünyada gezinirken onları kaçırıyoruz. Belki de en çok kendimizi kaçırıyoruz.
Bugün bir saatliğine telefonumuzu kapatsak ne olur? Sadece bir saat. Dünya gerçekten duracak mı? Yoksa o bir saatte, uzun süredir görmediğiniz bir “biz”le yeniden tanışma fırsatı mı yakalayacağız? Kim bilir… Belki de avuçlarımızdan ekranı bırakınca, gerçek hayata yeniden dokunabiliriz.