Takvim yaprakları 29 Ekim’i gösterdiğinde, her yıl aynı heyecanı yeniden hissediyorum. Şehrin sokaklarında dalgalanan bayraklar, asılan Atatürk posterleri, kalplerde tarifsiz bir gurur… Çünkü bu gün, sadece bir tarih değil; bir milletin yeniden doğuşunun simgesi.
Cumhuriyet, bize altın tepside sunulmadı. Ardında savaş meydanlarında verilen binlerce can, bir avuç inanmış insanın umudu ve Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü vardı. O, sadece bir ülkeyi kurtarmadı; düşünmeyi, sorgulamayı, üretmeyi öğretti. En önemlisi de, halkına ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyerek, iradenin sahibini belirledi.
‘Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’
Bu söz, bir temenniden çok bir emanettir aslında. Bizlere düşen görev, bu emaneti çağın gereklerine göre yaşatmak, korumak ve ileri taşımaktır. Öyle de yapacağız. Çünkü cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil özgürlüğün, eşitliğin ve insan olmanın en sade ifadesidir.
Ben bazen düşünüyorum eğer Atatürk bugün aramızda olsaydı, ne söylerdi? Belki yolunuzdan dönmeyin derdi. Belki de sadece susar, gözlerimizdeki ışığa bakarak gülümserdi. Çünkü o ışıkta, hala kendi ideallerinin yandığını görürdü. Bugün bizler, Atatürk’ün bir asır önce yaktığı meşalenin nöbetçileriyiz. O meşale, zaman zaman rüzgarla sarsılsa da hiçbir zaman sönmedi, sönmeyecek de.
Cumhuriyet; kadınların sesinin yükseldiği, çocukların gülüşünün yankılandığı, emeğin ve adaletin anlam kazandığı bir hayalin adıdır. O hayali diri tutmak da bize düşüyor. 29 Ekim, geçmişe duyulan saygı kadar geleceğe duyulan inançtır. O yüzden her bayrağımız sallandığında, her İstiklal Marşı söylendiğinde içimden aynı dua geçer: Atatürk’ün emaneti olan bu Cumhuriyet, ilelebet payidar kalsın.
Ve biz, bu topraklarda özgürce nefes alabiliyorsak, bunu o büyük vizyona ve o hiç bitmeyen cesarete borçluyuz.
Teşekkürler Atatürk…