Su, insan ve canlı hayatı için vazgeçilmez olmazsa olmaz bir nimettir. Canlı vücudunun büyük bölümü sudan oluşur. Susuz kalan ya da yeterince su almayan canlı hayatını kaybeder, ölür.
Suyun olmadığı ya da farklı sebeplerle suyun çekildiği yerlerde hayat devam etmez. Ağaçlar, bitkiler kurur; insanlar hayvanlar su bulunan başka bölgelere göçerler.
Sanırım Orta Asya Türk edebiyatında Alp Er Tunga sagusu diye bir parçada geçiyordu. Bilge bir kişi şöyle nida ediyordu. Tanrım nasıl kesildi kabaran taşan sular, dağlar mı yassılandı ovalar mı delindi. Tarih kitaplarından öğrendiklerimize göre bizim anavatanımız Orta Asya'dır. Orada hayvancılığa dayalı bir hayat yaşarken iklimin değişmesi, suların çekilip otlakların kurulması sonucu sulak topraklara göç edip gelmişiz. Bizim de kısmetimize suları, otlakları bol olan güzelim Anadolu nasip olmuş.
Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav)’in “Bir ırmakta da abdest alıyor olsanız suyu israf etmeyin, idareli kullanın.)" Tavsiyesi vardır. Ondan da anlaşılıyor ki su nimeti sonsuz, bitmez bir nimet değildir. Hoyratça, tasarruf etmeden, bilinçsizce ve gereksiz kullandığımızda elimizden gider. Yapacağımız bir şeyde kalmaz. Aslında insanoğlu suyu bilinçsiz kullanmakla kendi mezarını kendi kazıyor demektir.
Bugün dünyanın Afrika’sında, Asya’sında, Avustralya’sında bulundukları bölgelerde küresel ısınma ve diğer sebeplere dayalı olarak kuraklık sebebiyle milyonlarca insan yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmaya devam ediyor. Göç edenlerin önemli bir kısmı ya sıcak çöllerde, ya göç yolunda hastalık, açlık ve susuzluk sebebiyle ya da denizlerde botlarının, teknelerinin batması ile hayatlarını kaybediyorlar. Bizim ülkemizde de aşırı su tüketimi, küresel ısınmaya dayalı sıcaklık ve yağış azlığı ya da bilinçsiz su kullanımı sebebiyle son 30 yılda 50'den fazla gölümüz kurudu. Derelerimizin, pınarlarımızın suları çekildi. Ne yazık ki hakkın bir uyarısı olan bu olaylardan ders almadık. Gelecek nesillerin hakkı olan su varlığımızı bugünden tüketmek için elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz.
Yer altında muhafaza etmemiz gereken su rezervlerimizi tatil beldelerindeki lüks turistik otel ve yazlıklarımızın havuzlarında hoyratça kullanırken, bazı belediyelerimizin havuz ve bahçelerinde göğe yükselen fıskiyelerde sular her mevsim şakır şakır akmaya devam ediyor, ne acı değil mi. Bir yandan suyumuz bitecek diye korkuyor, zaman zaman yağmur duasına çıkarak mülkün sahibi olan yaratıcıdan yağmur istiyoruz. Diğer yandan onun verdiği su nimetini devlet, belediyelerimiz, tatil bölgelerimiz ve bilinçsiz insanımız hoyratça harcayarak geleceğimize kurşun sıkıyor.
Son yıllarda Türkiyeli hayırseverlerin verdiği imkânlarla hayır kurumlarımızın Afrika'da, Asya'da su kuyuları açarak susuzlara çare olmaya çalıştıklarını, ülkemizde sulama ve içme sularının kapalı yollarla taşınmaya başlaması ve suyu depolamak için yeraltı barajlarını yapma projelerimizi hatırladığımızda diğer uygulamalarla nasılda çeliştiğimiz ortaya çıkıyor değil mi.
Hasılı aş gibi, ekmek gibi suda bulunmaz bir nimettir, sahibi Allah'tır. İnsanoğlunun da su üretme diye bir gücü yoktur. Devlet olarak, belediyeler olarak, tatilciler yazlıkçılar, villa sahipleri ve sade vatandaşlar olarak suyumuza sahip çıkalım, onu israf etmeden tasarruflu kullanalım. Geleceğimiz olan nesillerin hakkını yemeyelim. Bu konuda eğitimse eğitim, ceza ise ceza elimizden ne geliyorsa yapalım derim.
Selam ve dua ile