Türkiye'nin, son yıllarda can yakıcı hale gelen en önemli 3 sorunu hayat pahalılığı, yoksulluk ve işsizliktir.
"Türk İş Sendikası"nın son araştırmasına göre, ülkemizde 4 kişilik bir aile için açlık sınırı ve yoksulluk sınırı sırası ile 3.049 TL ve 9.932 TL'dır. Dolayısıyla, ülke olarak 2.826 TL olan asgari ücretin açlık sınırının bile altına düşüp, toplumda ortalama ücret haline geldiği bir gerçekliği yaşıyoruz.
Hal böyle olunca da başta asgari ücretliler, emekliler, memurlar, engelliler ve dul-yetimler olmak üzere, toplumun çok büyük bir kesmini ihtiva eden, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız, son yıllarda ciddi bir geçim sıkıntısı ile boğusmaktadır. Ve Tarım Bakanı'nın bu vatandaşlarımız için yegane çözüm olarak sunduğu "et yemeyin, ot yiyin” tavsiyesi de işe yaramamaktadır.
Zira, bitkisel ürünler de çok fahiş fiyatlara çıkmıştır...
Ki, bunu halkımız çok hissetmekte ve son aylarda yapılan araştırmalarda, ülkemizde "ekonomi kötü gidiyor" diyenlerin oranı yüzde 75'lere, toplumda yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı da yüzde 60'lara ulaşmıştır. Ülkelerin ekonomik olarak gelişmişlik seviyesinin önemli göstergelerinden olan "orta sınıf" ise ne yazık ki, ülkemizde hızla alt gelir grubuna dahil olmaktadır...
Lakin, iktidar tarafından bütün bu sorunlar uzun süredir görmezden gelinmekte, malesef ki fahiş fiyatlardan ya zincir marketleri, ya da duruma göre aracı-komisyoncu-depocu gibi gıda zincirindeki her halka bir şekilde hedefe konulmakta, sorumlu tutulmakta, baskı yapılmakta, cezalar kesilmekte, hatta vatan haini ilan edilmektedir.
İktidar, kendi çiftçisini, besicisini zamanında sübvanse etmek, çığlıklarını duyup, sorunlarına çare aramak yerine, çoğu zaman palyatif çözümlerle algı operasyonu yaparak, sorunları ya halının altına süpürmekte, ya da çözümü tarımsal-hayvansal gıda ürünlerinin gümrük vergilerini sık sık sıfırlayarak, ülkeyi ithalat cenneti haline getirmekte, yani yabancı ülke üreticilerini sübvanse etmeyi tercih etmektedir.
Onun için, iktidarın son yıllarda kendi yarattığı pahalılığa "fahiş fiyatlarla mücadele" adı altında öngörü yoksunu, akılcı olmayan, plansız, absürt piyasa müdahalelerini, sadece günah keçisi bulma ve kameralarla şov yaparak algı yaratma, göz boyama, vatandaşımızı kandırma alışkanlığı/ritüeli olarak değerlendirmekteyim.
Zira, hafızalarımızda tazeliğini koruduğu üzere, mevcut iktidar, "2019 Mart Yerel Seçimleri" öncesi de patates-soğan depolarını güvenlik güçleri ile basarak, tanzim satış çadırları açarak, pahalılığı önleyeceğini zannetmiş idi.
Ki, Sn.Cumhurbaşkanı, "Mart 2019 Yerel Seçimleri" öncesi olduğu üzere, geçtiğimiz günlerde yine kameralar eşliğinde alış veriş yaptı ve kendi özgün cümleleri ile ifade etmek gerekirse ; "Tarım Kredi Kooperatiflerimizin gördüğünüz gibi buradaki market, gerçekten çeşitli ürünler noktasında, kalite noktasında, fiyatlar noktasında gayet uygun. Gerçekten vatandaşlarımızın kesesine uygun fiyatların uygulandığı bir yer” demişti. Ve akabinde 1000 yeni TKK marketi açılsın talimatı vermişti. Oysaki, TKK marketleri esnafa, memura, asgari ücretliye, emekliye, öğrenciye öyle ifade edildiği üzere uygun olmadığı gibi, bazı ürünlerde fiyatlar, malum üç harfli marketlerden de yüksek olmaktadır.
Ayrıca Sn.Cumhurbaşkanı, “fiyatlar gayet uygun” dese de, 2019'daki alış verişine kıyasla, aynı ürünlere iki katından daha fazla ücret ödediğini umarım fark etmiştir..!
Farz edelim ki , böyle bir talimatın yerine getirilmesi durumunda, 2019 yılında 46 milyon TL'nin üzerinde olan zararı, 2020 yılında 12 milyon TL'sının üzerinde artarak, 58 milyon TL'sına ulaşan, TKK'nin marketleri ile özel sektör nasıl rekabet edecek ?
Piyasada dengeler daha da çok bozulmayacak mı ?
Böyle bir şeyin yapılması durumunda 160 binin üzerinde olan bakkal sahipleri etkilemeyecek mi ?
Üstelik son yıllarda TKK'nin üst düzey yönetici/leri ile ilgili hukuksuz yönetim ve skandallar da cabası...
Evet, raflarda fahiş fiyat artışları olduğunu demekki Sn.Cumhurbaşkanı da kabul ediyor. En azından bu iyi bir gelişmedir kendileri açısından. Çünkü, iktidar cenahı tarafından daha önce bu sorunların varlığı da kabul edilmiyordu.
Ancak, sorunlar çözülmüyor, çözülemeyecek de.
Zira, iktidar özellikle son yıllarda aşırı merkeziyetçiliğe ve işbilmez kadrolarla çalısmayı tercih etmesi sonucu, yarattığı ekonomik sıkıntılara doğru teşhis koymak ve ona göre çözüm üretmek yerine, sürekli kozmetik tedbirlere başvurmaktadır...
Dolayısıyla da ekonomide sorunlar çözülemediği gibi, büyüyerek kangrenleşmektedir.
Lakin, can yakıcı bu sorunlara rağmen mevcut iktidar halen ortak akla, istişareye ve veriye dayalı politika üretmiyor, şeffalığı rafa kaldırıp, kurumların bağımsızlığını ortadan kaldırmayı ve devlet ciddiyetinin, kural ve ilkelerin hiçe saymaya devam etmektedir...
Onun içinde son yılllarda Sn Cumhurbaşkanı, bizzat Avrupa ve Amerika şirketleriyle görüşerek defalarca ülkemize yatırım çağrısı yapmasına, uygun şartlar da taahhüt edilmesine ve dünya da para bolluğu da olmasına rağmen, Türkiye ile ilgili oluşan güven erozyonu sonucu, dış yatırımcı orta uzun vadeli ve istihdam yaratacak doğrudan yatırım sermayesi getirmiyor. Sadece kısa vadede vur-kaç yapacak, yüksek faizli /tahvil, bono, borsa gibi yatırım enstrümanlarını tercih ediyor. Kendi sermaye sahibi vatandaşımız da orta uzun vadeli ve istihdam yaratcak yatırımlarını yurt dışına yapıyor...
Hal böyle olunca da faizler-enflasyon-dolarizasyon nasıl düşsün, piyasada istikrar nasıl oluşsun ?
Ve sonuç olarak, ülkemiz Cumhuriyet tarihimizin en zorlu ekonomik dönemine doğru sürüklenmektedir. Ki, kötü olan, iktidarın son yıllarda yarattığı ekonomik tahribat nedeni ile kötüleşen sadece mevcut neslin refahı değil, gelecek nesiller de ipotek riski altındadır...
Ancak, elbette Türkiye'nin bu sorunlarla baş edecek potansiyeli ve tecrübesi de var. Ki, Sn.Ali Babacan'nın ekonomiden sorumlu olduğu dönemlerde ve AB kriterleri doğrultusunda ekonomide ciddi yapısal reformların yapıldığı dönemlerde Türkiye'ye, 220 milyar USD'nin üzerinde dış yatırım gelmiş, döviz kurlarında, faizlerde istikrar sağlanmış, enflasyon, işsizlik makul sevileyelere inmiş, vatandaşlarımızın alım gücü yükselmiş, refah artmış idi..
Temennimiz, Türkiye'ye hiç iyi gelmeyen, toplumumuzu ekonomide 10-15 yıl, demokrasi, hak, hukuk adalet ve özgürlüklerde ise çok daha gerilere götüren ucube yönetim sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) denen yönetimden bir an önce kurtulmak ve 2001 Finansal Ekonomik Krizi'ni mum ile aratacak günlere gelmemek, kış döneminde fiyat artışlarını ve zamları daha fazla konuşmamaktır...
Aslıda çok önceden iktdarın yapması gereken, öncelikle başta tarımsal üretim olmak üzere, birçok sektörde kullanılan ve ürün fiyatındaki artışın 3-4 katı artış olan girdilerde, dışa bağımlılığı azaltarak, üretim maliyetini düşürecek yapısal reformları zamanında yapmak, döviz kurlarında ve faizlerde istikrarsızlık yaratmayacak makro ekonomik dengeleri sağamlaştırarak, pahalılığı önleyecek ve vatandaşın satın alım gücünü artıracak olan ekonomi politikalarını hayata geçirmek idi...
Yoksa, Sn.Cumhurbaşkanı ister 1000 ya da 1 milyon Tarım Kredi Kooperatifi(TKK) market açma talimatı versin, ister daha önce defalarca yaptıkları gibi onlarca ekonomi için reform paketleri/ eylem planları açıklasınlar, bu yönetim sistemi ile ve de akıl, mantık ve bilimsellikten mahrum kalmış bu zihniyet yapısı ile ne hayat pahalılığı ve yoksulluk azalır, ne de işsizlik oranı düşer.
Zira, kameralarla TKK marketine gidip "fiyatlar gayet uygun" diyince de vatandaşın alım gücü artmıyor...
Dolayısıyla, Türkiye'nin son yıllarda otoriterleşme ile bağlantılı devlet yönetiminde ortaya çıkan kamusal zafiyetler nedeni ile evrildiği ve üçüncü dünya ülkeleri kalkınma modeli olan, "rant paylaşımına odaklı, betona, inşaata ve kendi yandaşını oluşturmaya dayalı" sistemden çıkarılıp, güçlü, sürdürülebilir, kapsayıcı bir ekonomi modeli ile yeniden ayağa kaldırılması zorunlu hale gelmiştir.
Gıda ürünleri başta olmak üzere, üretimde tarladan başlayarak sofraya kadar olan zincirdeki sorunların bir bütün olarak ele alınıp, çözüme kavuşturulduğu, diğer tüm sektörler içinde aynı hassasiyetin sürdürüldüğü ve haliyle enflasyonun, işsizliğin gelişmiş ülkeler gibi makul seviyelerde olduğu, sosyal desteğe ihtiyaç duyanların da onurlu bir yaşam sürecek, yani yoksulluğu yönetmek yerine, öncelikle balık tutmayı öğreterek ve ihtiyaç duyanların da Anayasamızda yer bulan "sosyal devlet" tanımına uygun adil dağıtılan, yeterli desteğe ulaştığı Türkiye hayali ve hedefi için muhalefet partilerinin daha fazla çalışması elzemdir...
Çünkü, kötü yönetim bu ülkenin kaderi değil. Bu ülke, işbilmez ekonomi yönetimine ve krizlerin ortağına da mahkûm değil.
Ülkemizde, "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi/ CBHS"denen benim de o dönemde savunduğum ve referandum sürecinde halkımıza parlamenter sistemden daha iyi olacağı taahhüt edilmesine rağmen, yerine getirilmeyen "güçler ayrılığı" yani yasama, yürütme ve yargı arasında denge denetleme mekanizmalarının olmadığı, TBMM'nin tamamen devre dışı edildildiği, keyfi yönetim sisteminden bir an önce kurtulması ve özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi için güçlendirilmiş parlamenter sisteme " geçilmesi gerekiyor...
Vatandaşlar olarak, paramızın pul olmadığı, gelir dağılımı adaletinin, eğitime erişimin daha ucuz ve fırsat eşitliğinin olduğu, çalışanlarımızın yanında emeklilerimizin de maaşından birkaç ayda biriktirdiği para ile tatile gidebildiği, gençlerimizin kariyer planları çerçevesinde yurt dışına gidip, dönmek istediği bir ülke istiyoruz.
Ve bunu hak ettiğimizi de düşünüyoruz...
Ayrıca, kötü yönetimin "sebep" pahalılık, yoksulluk ve işsizliğin "sonuç" olduğunu da biliyoruz...