Geçtiğimiz hafta, döviz kurları zapt edilemez seviyede çıldırınca, Sn. Cumhurbaşkanı daha önceki kontrolsüz kur artışlarındaki söylemini tekrar tedavüle sürdüler. Yani "Ekonomik Kurtuluş Savaşı" içinde olduğumuzu yeniden ifade ettiler.
Biz vatandaşlar olarak bu söylemi Ekim 2018'de dolar kuru 5,70’lerde iken, 31 Ekim 2020 de dolar kuru 8,30'a fırladığı zaman (Ki; 9 Kasım 2020 de Damat Bakan Berat Albayrak, "Allah sonumuzu hayreylesin" temennisi ile istifa edip, ortadan kaybolmuş idi. Ve kendileri halen vatandaş nezdinde kayıp listesindedir) birde geçtiğimiz hafta dolar kuru 13,45'lere dayandığı zaman olmak üzere toplam üç kez duyduk.
Lakin, gerçekten iktidarın diğer bir ifade ile Sn. Cumhurbaşkanı’nın 2018'den beri neyin "Kurtuluş Savaşı’nı yaptığını doğrusu bilmiyoruz.
Evet realitede ciddi bir savaş var. Ama bu savaş, esnafın ayakta durma, sanayicinin hammaddeye ulaşma, çiftçinin tarlasına gübre dökebilme, tarlasını, traktörünü hacizden kurtarma, vatandaşın geçinme, annenin çocuğuna bez-mama alabilme, babanın evine ekmek götürebilme, işsizin iş bulabilme vs… vs… savaşıdır.
Ve ülkemiz nerdeyse 1970-80’lere dönmüş durumda olup, adeta dejavu yaşamaktayız...
Fahiş fiyatlara yokluklar, kuyruklar eklendi...
Sanayici-KOBİ hammaddeye, çiftçi gübreye, mazota, vatandaş, gıdaya ulaşamaz, ulaşsa ihtiyaç duyduğu miktarda alamaz duruma geldi...
Diğer bir ifade ile son aylarda ülkemizde, üreticinin ürününü zararı pahasına ucuza sattığı, nihai tüketicinin ise pahalılıktan / yokluktan ihtiyacını karşılayacak kadar alamadığı hicap verici günleri yaşıyoruz...
Bu iktidar, "ülkeyi şahlandıracağız vaadi ile milletimizden 24 Haziran 2018’de yetki aldı.
Ki; O günlerde 1 Dolar 4,7 TL iken, bugün 1 Dolar 12,500 13,500 TL...
O günlerde 1 ekmek 1,25 lira iken, bugün 2.5-3 lira ile yüzde 100'ün üzerine çıkartılarak adeta milletimizin ekmeği ile oynandı...
O günlerde hazinenin 1 Trilyon 67 Milyar TL borcu vardı; bugün borç 2 Trilyon 26 Milyar TL'ye yükseldi.
O günlerde hazinenin yılda 55 Milyar TL faiz gideri vardı,
2021 ilk 9 ayında Hazinemiz, 142 Milyar TL (eski para ile 142 Katrilyon TL) FAİZ ödedi. 2021 de toplam 190 Milyar TL faiz gideri olacak...
Ayrıca 2022 yılı bütçesinde de faize 240 Milyar TL kaynak ayrılmış...
O günlerde Türkiye ekonomisi dünyanın 17. büyük ekonomisiydi; bugün 21.sıraya geriledi. Ülkemiz, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasındaki yerini kaybetti...
Bilindiği üzere, Türkiye'nin Kamu+özel brüt dış borç stoku 450 Milyar $’dır. (450 Milyar$ dış borcun 125 Milyar$’lık kısmı ise kısa vadeli olup, bununda %87’si DÖVİZ bazındadır.)
Dolayısıyla, gece yarısı resmi gazetede yayımlanan bir CB Kararı ile MB Başkanı görevden alınır, ya da buna benzer keyfi bir karar alındığında dolardaki 1 TL artış, ülke olarak dış borç yükümüzü tek kalemde 450 milyar TL arttırıyor...
Bu artan rakam için somut bir kıyaslama yapmak gerekirse, ülkemizde pandemi sürecinde vatandaşa / esnafa, çiftçiye vs tüm toplum kesimlerine verilen hibenin 50 katı ya da diğer bir somut kıyaslama ile 13 adet "Atatürk Barajı" maliyeti demektir( Bu rakamsal kıyaslama çalışması DEVA Partisi dijital arşivinden)
Diğer bir vahim durum ise iktidarın iki ay önce CB imzasıyla resmî gazetede yayınladığı orta vadeli (üç yıl) vadeli ekonomik programa yazdığı kur tahmini;
2022 için 1 $=9,30 TL / 2023 için 1$=9.80 TL /2024 için 1$=10.30 TL.
Oysaki iktidar, hatalı ve dünya iktisat literatüründe yer almayan absürt ekonomi teorilerini dayatıp, uygulamada inat edince yine olanlar oldu. Ve iktidar bu tahminlerini ne yazık ki ilk 2 ayda aştı...
Ama bu sefer durdurulamayan kur artışları ile sebep olduğu ekonomik yıkımda dış güçlere fatura kesmek yerine, pek de innovativ sayılmayan ve ara ara başvurduğu, sığınağı olan dinimizden delil (Nass) verip, milletimizin inançlarını, kutsallarını kullanmaya devam etmeyi tercih etti. Böyle bir ekonomi yönetimi olur mu?
Yazıktır bu ülkeye, bu aziz milletimize...
Başka bir vahim vaka ise bu fahiş kur artışları sonucu Türkiye'de asgari ücretin 280 $'a gerilemiş ve Çin'in Rusya'nın altına da
düşmüş olması.
Ne yazık ki, günümüz Türkiye'sinde devletin kurumları bağımsızlıklarını yitirmiş, kurallarla-ilkelerle yönetim terk edilmiş, devlet teamülleri-gelenekleri yerini üçüncü dünya ülke yönetimleri misali tek adam rejimine terk etmiştir. Merkez Bankası bu yönetim tarzının en başta gelen kurumlarından olup, ana görevi olan "fiyat istikrarını koruma" yani enflasyonla mücadele etme kabiliyetini tamamen yitirmiş bulunmaktadır...
Bunun sonucu olarak, iktidar halkımızı dünyanın en yüksek faizine, ekonomimizi en büyük kur şoklarına mahkûm etmiştir. Uyguladığı yanlış ekonomik politikalarla çevresindeki belli bir azınlığı zengin etmiş, ama ülkemizde hem gelir dağılımı adaleti daha da çok bozulmuş, hem de ülkemizin borcu ikiye katlanmıştır.
Türk Lirası ve milletimizin satın alma gücü, lastiği patlamış kamyon gibi yokuş aşağı inmekte, nerede duracağı da kestirilememektedir.
Ki, bu yönetim sistemi ve bu zihniyet devam ettiği sürece de iniş kaçınılmaz olacaktır. Artık ok yaydan çıkmıştır. Ve 2022'de hiper enflasyon, hatta mega enflasyona doğru gidiyor bile olabiliriz !!!
Lakin, 2-3 yıl öncesi alternatifsizlik nedeni ile gidişattan rahatsız olmakla birlikte, tekrar iktidara oy vermek durumunda kaldıklarını ifade eden belli seçmen grupları ve dolayısı ile de ülkemiz siyaseti için, devlet yönetme ciddiyeti, bilgisi, tecrübesi olan ve " 2001Türkiye Finansal Ekonomik Krizi ve 2008-2009 Dünya Mortgage Krizi" sonrası Türkiye'yi krizden çıkaran, liyakatli-ehliyetli kadrolar tarafından kurulmuş, DEVA Partisi gibi tüm toplum kesimlerini kucaklayan partiler büyük bir kazanımdır. Ve de devlet yönetimi, ekonomi ve hukuk başta olmak üzere, birçok alanda yaşanan geri gidişi durdurmak ve halkımızı iliklerine kadar hissettiği işsizlik, yoksulluk, yokluk, yolsuzluk, hayat pahalılığı gibi ağır yüklerden kurtarmak için yola çıkmış, özgürlükçü, demokratik alternatif yeni siyasi partilerin olması ülkemiz siyasetinin geleceği için de umut vericidir.