On bir ayın sultanı Ramazan ayını büyük bir heyecan ve aşkla idrak ederken onun bizlere hayat veren soluğunu zerrelerimizde hissetmeye devam ediyoruz. Kur’an’ı hakikatlerin ruh dünyamızda nice rahmet esintilerinin oluşturduğu ramazan ayı, af ve mağfiretin ilmek ilmek dokunduğu, feyiz ve bereketin gönüllere sığmadığı bir aydır.
Ayrıca ramazan ayı nefsi terbiye etmek için bir kamptır. Belli bir eğitime tabi tutuluruz bu ayda. Ramazan’ın sonunda yüksek bir ahlaki seviyeye ulaştığımızda ise bu eğitim sürecinde başarı elde etmiş oluruz. Aksi taktirde günlerimiz slogan ve temennilerden öteye geçmemiş olur.
Nefis şiddetle kötülüğü emreder. Nefis ve madde birbirinin kardeşidir. Nefis madde hamuruyla yoğrulmuş, insanın hayvani yönünü oluşturur. Halbuki maddeden ibaret bir hayat anlayışı manayı gölgede bırakır. Mana derinliği ise insanı madde tutsaklığından kurtarır. Terazinin iki kefesi gibidir; biri ağır basınca öteki hafifler, öteki gündem olunca beriki gündem dışı kalır. Bu nedenle oruç yeme ve içme alışkanlığına “dur” diyerek terazinin mana tarafının ağır basmasına vesile olur. Oruç bir ay boyunca maddeden manaya yolculuktur; maddenin gözlerini kapatıp mana kapısından buyur eder insanı.
Tasavvufa nefsi terbiye etmek için üç temel şart vardır: az yemek az uyumak az konuşmak. Çok konuşanın tefekkürü azalır. Çok uyuyanın uyuşukluğu artar, zindeliği azalır. Çok yiyenin ruhunun direnci ve maneviyatı zayıflar. Az yiyenin oburluğu azalınca insani letaiflerinin çalışması artar. Nefis terbiyesi nefsin isteklerine gem vurmakla sağlanır. Nefsin istekleri çok olmasına rağmen en büyük isteği, hatta diğer isteklerin kaynağını oluşturan çok yemektir. Bu istek insanı insanlığından uzaklaştıran bir etkiye sahiptir. Hayvanlar sadece yemekle ve bu şekilde hayatlarını idame etmekle meşguldürler; başka şey düşünmezler. İnsanın yemesi içmesi ise sadece vasıtadır. Vesileyi gaye haline getirmeye meyyal insanın bu açığını kapatmaya yönelik büyük işlev görür oruç; nefsi dizginler, bitmeyen istek ve arzulara “dur” der. Emare seviyesindeki nefisin bütün kötü davranışlarda ve günahlarda mutlaka parmağı vardır. İnsan ruhunu besleyip, onu ibadet ve itaatle olgunlaştırdıkça nefsini ıslah etmiş, onu kulluk çemberine ve itaat dairesine almış olur. Özünde kibir ve bencillik olan emare nefis her daim Allah’a başkaldırı halindedir. Bir yerlerden verilen hafif bir taviz onu yine harekete geçirir. Olgunlaşma devresinde bile düşmanlığını bırakmaz. Bu sefer ince hesap ve kitaplarla yine istek ve arzularını devam ettirir. Bu nedenle onunla mücadele etmeyi Peygamberimiz “büyük cihat” olarak görmüştür. Normal savaşta insanın başarılı olması kolaydır. Çünkü ölürsen şehit, kalırsan gazi olursun. Lakin nefsinle mücadelede ölürsen cehennemi boylarsın. Hem nefis görünmediğinden onunla mücadele çok zordur. Birde düşman gibi değil, dost gibi yaklaşır. Zahiri düşmanla zaman zaman mücadele ederken nefis düşmanıyla her daim mücadele halinde olmalısınız. İnsan uyurken azgın nefis uyumaz, insan unuturken o unutmaz. İnsan doyarken nefis doymaz. Hep daha fazlasını ister.
Rivayet edildiğine göre Allah, aklı yarattığında ona “Ey akıl! Dön bana” dedi. Akıl döndü. Allah “sen kimsin ben kimin?” diye sordu.
Akıl, İtiraz etmeden, kibirlenmeden “Sen Halikımsın; beni yoktan var ettin, ben ise mahlukum; aciz ve güçsüzüm.
Bu cevap karşısında Allah, aklı aziz kıldı. Buyurdu ki:
“Ey akıl! Senden daha aziz ve şerefli bir şey halk etmedim.”
Sonra nefsi yarattı Allah. “Ey nefis! Dön bana” dedi. Nefis umursamadı bile.
Allah, sordu aynı soruyu. “Ey nefis sen kimsin ben kimim”
Nefis “sen sensin, ben de benim” diyerek bencilce tutum sergiledi, haddini aştı.
Bunun üzerine emretti; yüz sene cehennemde azap gördü nefis.
Cehennemden çıkarıp tekrar sordu Allah:
“Ey nefis! Söyle bakalım sen kimsin ben kimim”
Nefis “yine sen sensin bende benim” dedi.
Bu sefer Allah, yüz sene açlık azabına tabi tuttu onu.
Bu açlık azabından sonra tekrar sordu: “Ey nefis! Sen kimsin ben kimim”
Nefis ıslah olmuştur artık; haddini bilmiş, acizliğini ve güçsüzlüğünü anlamıştır. “Sen benim Rabbimsin bende senin yarattığın bir mahlukum”
Bundan sonra yüce Allah orucu farz kıldı. Ta ki nefis uluhiyet davasından vazgeçsin, kul olduğunu anlasın.
Evet, insan denen mahluk akıl ve nefisle muhataptır. Akıl yönü ağır basarsa melekût aleminin bir ferdi oluverir. Nefsi aklına ve ruhuna galebe çalarsa hayvanlardan da aşağı durumuna düşer.
Öyleyse bizde her günün sonunda nefsimize kulluğunu soralım. Hayatımızda değişimler olup olmadığını kontrol edelim. Nefis hala benlik güdüyor, Rabbini tanımıyorsa tuttuğumuz orucu kontrol etmemiz gerekir. Zira nefis sadece açlıkla değil, o açılığı ibadet haline dönüştürmekle terbiye edilebilir. Buda midenin açlığı kadar bütün azalarında oruç tutmasıyla mümkündür.
Selam ve dua ile…