Urfalıer: 'Birlik ve beraberlik kaderi ilahiden başka her şeyi yener'

Kayseri Gazeteciler Cemiyeti'nin yayın organı 'Cemiyet'in bu ayki konuğu, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti'nin kurucusu Gazeteci Hüsamettin Urfalıer oldu.

Urfalıer: 'Birlik ve beraberlik kaderi ilahiden başka her şeyi yener'

Kayseri basınına emeği geçmiş emektar gazeteci Urfalıer ile faydalı ve keyifli geçen sohbetimizde Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluşuna ve Kayseri basınının gelişmesine dair bilgiler edinirken, Urfalıer’in geçmişte yaşadığı ilginç olaylara da tanık olduk.
 
Söyleşimizde, basının önemine ve toplumdaki fonksiyonuna vurgu yapan emektar gazeteci Urfalıer, Kayseri basını için de çarpıcı ifadeler kullandı. Urfalıer, Kayseri’nin geçmişten günümüze ciddi anlamda gelişme gösterdiğini ve bunun daha ciddi boyutlara taşınması gerektiğini söyledi. Gazetelerin, ideolojik fark gözetmeden, mesleğin fayda görmesi ve basının gelişmesi adına birlik olması gerektiğine işaret eden Urfalıer, bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Birlik ve beraberlik kaderi ilahiden başka her şeyi yener” sözüyle özetledi.
 
ÖNCELİKLE ‘CEMİYET’ DERGİMİZE KONUK OLDUĞUNUZ İÇİN SİZE TEŞEKKÜR EDERİZ.  HÜSAMETTİN URFALIER KİMDİR, KISACA BAHSEDER MİSİNİZ?
 
1945 yılında Kayseri’de dünyaya geldim. İlk ve orta tahsilimi Kayseri’de yaptım. Yüksek tahsilsimi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji- Antropoloji Bölümü’nde tamamladım. Gazetecilik hayalime Türk Haberler Ajansı Ankara şubesinde haber muhabiri olarak kavuştum. Daha sonra Ankara’da TV paket yayınının başlamasıyla birlikte TRT Yurt Haberleri Müdürlüğünde sözleşmeli haber muhabiri olarak görev aldım. Askerlik görevine kadar her iki görevimi de sürdürdüm. Üniversiteden mezuniyetimle müteakip, İmar İskan Bakanlığı Sosyal Araştırma Daire Bakanlığı’nda, Sosyal araştırma ve planlama uzman yardımcısı olarak çalıştım. Bu arada askerlik görevi için çağırıldım. Yedek subaylık sınavına takiben Balıkesir’deki Ordu donatım bölüğünde yedek subay okulunda 6 aylık eğitimden sonra, Şanlıurfa’daki 20. Zırhlı süvari Tugay Komutanlığında Ordu donatım Bölüğünde yedek subay olarak askerlik görevimi tamamladıktan sonra Kayseri’ye döndüm. Anadolu El Sanatları Galerisi isimli işyerini açarak, bakır ve pirinçten mamul el yapması ürünler ticaretine başladım. Halıcılık yaptım. Ancak o sırada Türk Haberler Ajansı Kayseri Büro şefi, yakın dostum Talan Arlıhan, İstanbul T. H.A. Genel Md de bir göreve atandı. Kayseri Bürosuna eleman aranırken de ilgililere ilgililer e beni tavsiye etmiş. Daha önce Ankara Bürosunda görev yapmış olmam da referans olmuş olmalı ki atamam hemen yapıldı ve göreve başladım. 
Kayseri’de TV paket yayınının başlamasıyla da Kayseri’ye gelen TRT Yurt Haberleri Müdürü Basri Balcı ve TRT Spor Haberleri  Müdürleri Kemal Deniz ve Arman Talay müdürlerim, Tuna Huş, Arif Koca ve Necati Yağcı’nın yanında beni TRT  Kayseri Temsilciliği’ne atadılar. Bende görevi kabullendim. 10 yıl süreyle bu görevde kaldım. TRT bürosunun ve T.H.A bürosunun ve gerekse işyerimin kayseri Lisesi’ne yakın  olması ve Lise Müdürü rahmetli Mahmut  Taşkın hocamın ısrarı ile 1971-1979 yılları arasında, Kayseri Lisesi’nde, Kayseri Akşam Lisesinde ve yine Sümer Lisesi Müdürü rahmetli Osman Sargın ağabeyimin ısrarı ile, diğer işlerimle birlikte yaklaşık 9 yıl vekil öğretmen olarak İngilizce ve Sanat Tarihi Öğretmenliği yaptım. Tüm bu görevlerimin yanında; Erciyes Üniversitesi Vakfı Kurucu Üyeliği, Kayseri  Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyeliği, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Kurucu üyeliği, Kayseri Spor  Yönetim Kurulu üyeliği, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Kayseri  Şube Yönetim Kurulu üyeliği, Anavatan Partisi Melikgazi İlçesi  Anavatan Partisi İl Yönetim Kurulu üyeliği, Sema Yazar  Anadolu Lisesi’nde 6 yıl Okul Aile Birliği Başkanlığı ve daha birçok sosyal kuruluşlarda çeşitli görevler aldım. Yerel basınımızda da; genç yaşta elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz, Tercüman Gazetesi Kayseri Büro Şefi Murat Taşkın’ın yönetiminde yayınlanan v Ankara Günaydın Gazetesi’nin tesislerinde basılan Kayseri Haber Gazetesi’nde görev aldım. Bundan bir süre önce Türk Haberler Ajansı’nın kapanmasıyla , T.H.A. dan ayrıldım. Bu arada rahatsızlanarak TRT’den affımı istedim. Sağ olsunlar tüm amirlerim mazeretimi mazur görerek ayrılmama yardımcı oldular. Doktorlarımın tavsiyesiyle tüm sosyal faaliyetlerimden ayrıldım. Ticari hayatımda da kapasite küçülterek devam ettim. İkinci işim olan sigorta acenteliğimde yanımda çalışan arkadaşıma devrettim. Aktif yaşantımı emekliliğe çevirdim. Şu anda da Kayseri ile ilgili kültürel bilgiler topluyorum. Araştırmalar yapıyorum. Amacım çalışmalarımı bir kitap haline getirerek aşığı olduğum memleketimin bütün güzelliklerini tüm dünyaya tanıtmak.
 
MESLEĞE NEREDE VE NASIL BAŞLADINIZ?
 
Mesleğe Ankara’da öğrenci iken başladım. 1963 yılında üniversiteye başladım. O yıllarda da işte yurtta kalıyordum. Babam memur olduğu için bir şeyler arıyordum, arayış içindeydim. Bir iş bulsam da az-çok demeden çalışsam diye düşünüyordum. Önce Türk Haberler Ajansı’nda başladım bir arkadaşım vasıtasıyla bu işe. Hatta oraya muhabir olarak da başlamadım. Katip olarak başladım. On parmak daktilo biliyordum. Türk Haberleri Ajansı’nda çalışırken TRT’nin eleman alımları başladı. O da kimlere rastlar mesela o yıllarda bizime beraber Reha Muhtar mesela. Reha Muhtar o zaman Atina muhabiriydi. Tanju Polatkan vardı spordan. Uğur Dündar vardı. Hemşehrimiz Mehmet Ayhan Önal vardı. Ömer Faruk Bayhan vardı. Bir zamanlar Show Tv ile Kanal D’nin genel müdürlüğünü yaptı. Şimdi bir film yapım şirketi kurdu orayı işletiyor. Velhasıl bir hayli arkadaşım vardı. Onların vasıtası ve tavsiyesi ile gittim öyle uzun boylu sınavlara tabi tutmadan bir mülakatla beni başlattılar yalnız sözleşmeli olarak. Böylece basına da adım atmış olduk. Kayseri Gazeteciler Cemiyeti serüvenimiz de şöyle başladı: Ankara’da çalıştığım yıllarda Türk Haberler Ajansı’ndayken, Ankara Gazeteciler Cemiyeti’ne müracaat ettim. Hayır dediler sen sözleşmelisin, sarı basın kartın da yok onun için de olmaz dediler. O da benim içimde ukde oldu. Erdal abiye dedim ki, işte nasıl gidiyor ne yapıyorsun falan deyince bana işte koşturuyorum hem dükkanda ticaret işleri ile hem de Türk Haberler Ajansı’nda falan dedim. Bürom vardı dükkanımın üzerinde Türk Haberler Ajansı’nın, elemanım da vardı. En ufak bir olayda fırlayıp gidiyordum yani sizin gibi devamlı çalışanlardan farksızdım.  Bir dedim Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’ni kursak dedim Erdal abiye. O da ben uğraşamam dedi. Uğraşamam deme dedim. Elimden tut, ben her şeyi hazırlayacağım dedim. Neticede Mahmut abiye haber verdim. Mahmut abi o zaman Hürriyet Gazetesi’ni işletiyor. Oktay Ensari onun yanında foto muhabiri. Şemsettin Çetinsöz Milliyet Gazetesi’nin muhabiri ve mahalli bir gazetede yazıyor, hatta çıkarmaya başladı gazete falan falan yani… Mehmet Kiracıoğlu Tercüman’da rahmetli Murat Taşkın’ın yanındaydı. Çevreyi hep tanıyoruz, samimiyiz, öyle gelin şunu yapalım dediğimde hayır diyen de olmaz. Hemen bir liste yaptım işte Mehmet Aydoğan, Oktay Ensari, Mehmet Kiracıoğlu, Mehmet Kocakahyaoğlu, Mahmut Sabah, Erdal Yeğenağa, Hüsamettin Urfalıer. Bunlar cemiyetin kurucu üyeleridir işte. 
 
KAYSERİ MEDYASINI NASIL BULUYORSUNUZ, GEÇMİŞLE BUGÜNÜ KARŞILAŞTIRDIĞINIZDA NELER DEĞİŞTİ?
 
Şimdi Kayseri medyası şüphesiz bir hayli gelişmiş durumda olduğunu kabul etmek lazım. Çünkü eskiden Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulduğu yıllarda oturacak yerimiz dahi yoktu bak ne güzel tesis meydana gelmiş. Gayet ciddi şekilde çalışan arkadaşlarımız var. Mahalli basın oldukça gelişti. Eskiden meşhur birkaç gazete vardı. Onun dışında, resmi ilan alabilmek için faaliyet gösteren, adı gazete olan gazeteler vardı. Ancak şimdi baya gazeteler çoğaldı. Bunun dışında da İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde yayın yapan gazeteler bürolar açtı buralarda. Eskiden yoktu bir tek Tercüman Gazetesi’nin büroları vardı bir de TRT’nin vardı. Sonra ben işte burada Türk Haberler Ajansı’na başlayınca burada Tolon Arlıhan diye bir arkadaş vardı Kayseri bürosu şefi. O Ankara’ya tayin oldu. O tayin olunca beni sağ olsun önermiş. Hüsamettin Kayseri’de deyince sağ olsun onlar da tanıyorlar ve biz oraya da başlamış olduk. Geçmişten bugüne gelindiğinde bakılınca tabi şartlar çok farklı. Vasıta istemediğiniz kadar var. İletişim cihazı istemediğin kadar var. Sonra basının lehine olan, basına tanınan bir çok kararlar var.  Mesela önceden emniyete gideceksin emniyete, kimsin nesin diye seni ukala ukala karşılarlar. Seni şahsen tanırlarsa alırlar falan. Ama şimdi kartı gösteriyorsun geçiyorsun. Yani baya gelişmeler var ve ben bunu çok beğeniyorum. Ve anlayış farklılığı var. Mesela biz genel kurul yapmak için adeta yalvarırdık gelin gelin diye. Neticede 7-8 kişi kurucu üyeydik biz, arkasından kaybettiğimiz arkadaşlar dahi almazlardı. Mahmut Sabah yıllarca başkanlık yaptı işte. Böylelikle bir çok arkadaşımız başkanlık yaptı yönetimi devraldı. Bu süreçte üzüldüğüm taraf şu; işte gidiyoruz genel kurula. Bazı arkadaşlarımız var, kalkıyor işi şahsiyete döküyor. İşi ideolojiye döküyor. Bağırıyor, boğazı yırtılırcasına bunları ifade ediyor. Yani buna benzer gruplaşmalar, kutuplaşmalar oluyor burada. Oysaki burası mesleki bir müessese. Böyle şeyler yapılmalarıdır. Şahsi meseleleri burada dile dökmenin bir anlamı yok. Bu tür şetlerin yaşanmamasını temenni ediyorum. İdeolojik ayrılıklar bu müessesede çok yanlış. Senin ekmeğini ideoloji vermiyor. Burada mesleki meseleler konuşulmalı sağ sol değil. 
 
KAYSERİ MEDYASININ İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU NEYE BAĞLIYORSUNUZ? BU DURUMDAN KURTULABİLMESİ İÇİN NELER YAPILMALI SİZCE?
 
İşi ciddi boyutlara taşımak lazım. Böyle ezbere olmaz. Adam mesela şuradan bir çocuk geliyor iş bulamamış. Heveslenmiş gazeteci olayım diye. Olur, olabilir. Bir kere sen o adamı şamar oğlanı olarak kullanırsan, işte oğlum git çayı getir, git yemek yaptır, git mutfağı süpür dersen o adamdan beklememelisin hiçbir şey. Ne olursa olsun allame i cihan olsa olmaz bu iş. Dolayısıyla o insanları eğimi gerekir. Eğitim için de bu işi cemiyetin ifa etmesi gerekir. Burada da söyledim ben bunu. Mesela mahalli basının hepsine haber gönderecek ‘arkadaş burada bugün şu şu şu konuda eğitim var akşam saat 5’ten sonra’ diye. Bunlar çok güzel faaliyetler yaralı faaliyetler. Hem karşıdaki adama bir iyilik yapmış oluyorsun, hem de mesleğini yüceltmiş oluyorsun. Yani durup dururken bir insan gazeteci olamaz ki. Kabiliyet meselesine gelince o artık insanın içinde olan bir şey. Sen onu tenkit edersen bile yanlış olur. Yeteneği o kadardır, o kadar yapabilir. Ama işte eğitirsen sonuç alırsın. O bakımdan eğitimle ilgilenilmesinde fayda var bu bir. İkincisi; eskiden Kayseri’de ofset matbaası diye bir şey yoktu. Şimdi maşallah şimdi teknoloji gelişti bir çok ofset matbaası olduğunu düşünüyorum. Kimde var kimde yok bilmiyorum ama. Biz mesela burada Kayseri Haber diye bir gazete çıkarırdık Murat Taşkın ile Tercüman Gazetesi’nin büro şefiydi rahmetli oldu şimdi onunla beraber çıkarırdık gazeteyi. Ankara’nın Günaydın tesislerinde basılır gelirdi gazete hem de renkli ofset baskı. Ben orda yazardım mesela. Hem de seve seve yazardım çünkü memleket meselesi bu. ‘Her hafta bir konu bir konuk’ diye memleketin meselelerini, ne yapılması gerektiğini ilgililerle görüşüp, fotoğraflayıp ne gerekiyorsa yapardım. Bir baktım bir gün Günaydın Gazetesi bana ‘bize haftada bir gün makale yazar mısın’ diye teklif yaptı. Yazayım dedim hatta ilk defasında da tarihini tam hatırlayamıyorum ama halıcılıkla ilgili bir makale yazdım ve çok da hoşlandılar. Sonradan baktım ki bizim bazı arkadaşların ekmeğini elinden alıyormuş gibi bir durum sezince işlerimin yoğun olmasını gerekçe göstererek Günaydın’a yazmayı bıraktım.  Özetle iş ciddiye alınmalı, eğitime önem ve ağırlık verilmeli ve cemiyet trilyoner değil, bazı kurumlardan bu hizmetleri yürütebilmesi için, büyük müesseselerden yardımlar, destekler almalıdır. 
 
MALUMUNUZ KAYSERİ'DE 14 GÜNLÜK GAZETE, 3'Ü UYDUDA OLMAK ÜZERE TOPLAM 7 TELEVİZYON KANALIMIZ,  14 DE RADYO İSTASYONUMUZ MEVCUT.  BU SAYILAR KAYSERİ İÇİN YETERLİ Mİ, YOKSA SAYI DÜŞÜRÜLMELİ Mİ, DÜŞÜRÜLECEKSE NASIL BİR YOL İZLENMELİ?
 
Ben şunun karşısındayım. Tabii ki gazeteci de bir tüccar. Ticaret ehli. Ancak resmi ilan almak amacıyla kurulan gazeteler karşıyım. Yani tutup da yanında personel çalıştırmadan, günlük gazetelerdeki yazılardan kafasına yatanları alıp, uydurup, bir takım değişiklikler yapıp gazetesine koyanlar var. Bunu aksini kimse iddia edemez. Maalesef bu durum var. Şuradan bir çocuğa sorsanız o dahi böyle der. Televizyonların durumu da öyle. Ona da üzülüyorum. Yeteneksiz, vasıfsız, düzgün Türkçe konuşamayan, kelimeleri yanlış ifade eden çalışanlar var. Yahu bize TRT’de imla klavuzunu koyup soru sorarlardı. Mesela ‘yalnız’ kelimesi. Bunun doğrusu ‘yalnız’dır. Buna ‘yanlız’ diyenler var. Çoğu da böyle kullanıyor maalesef. Olmaz. Böyle hatalar yapılmamalıdır. Mesleğimizde bunlar önemlidir. Bunun gibi neler var. İlk anda bu geldi aklıma. Dolayısıyla gazetelerin çokluğundan azlığından ziyade topluma yararlı olması önemlidir, belirleyicidir. Yani öyle zannediyorum ki gazetelerin çoğu günde 50 tane bile satamıyor. Bu da nerden kaynaklanıyor; elemanın yeteri kadar eğitilmediğinden, maddi imkanların kısıtlı olmasından kaynaklanıyor. Halbuki elemanını gerektiği gibi doyursan, aklı başında bu işi bilen elemanlar alsan hayli hayli gazete de satılır, yazı da yazılır. Mesela yılardır bazı tipik adamlar baş makale yazıyor. Adam kendi fikrini, yahut patronunun fikrini illaki oraya sokuyor. Yanlış yahu. Bu gazetecilik değil ki! Doğruya doğru, eğriye eğri. Yeri gelecek tenkit edeceksin, yeri gelecek tenkit edileceksin. Karşıdakinin fikrine saygı duyacaksın. Mesela bir örnek vereyim sana, çok uzun yıllar önce bir inşaat yapılırken en üst katın yıkılmasına karar verilmiş. Geldiler beni buldular. Geldiler beni buldular ve dediler ki bize yardım et. İşte sen vali ile görüşüyorsun, kaymakam ile belediye başkanı ile görüşüyorsun. O yıllarda da eski eserler müzeler genel müdürlüğünde uzun yıllar çalışmış ve sonra Atatürk Üniversitesi’nde doktorasını yaptı ve profesör olduktan sonra da benim buraya getirdiğim bir sanat tarihçi vardı. Erciyes Üniversitesi’ne Sanat tarihi Bölümü açtırmıştık ve rica ettim başına da bu sanat tarihçi geldi. O arkadaş da aynı zamanda Anıtlar Yüksek Kurulu’nun Kayseri temsilcisi idi şimdi vefat etti de. Onun da arkadaşı olduğumu biliyor ya karşı taraf. Bunu kim yapar, Hüsamettin yapar ancak. Yahu kardeşim kanun men ettiği şey yapılmaz. Dolayısıyla kanunun men ettiği, yasakladığı şeyi niye benden istiyorsunuz. O adama ben hangi yüzle bunu teklif edeyim. Ya işte ne gerekiyorsa yapalım dediler. Ne gerekiyorsa demek rüşvet teklif etmek. Bu kişinin ismini vermek istemiyorum iyi bilinen birisidir. Karşı çıktım ve reddettim. Neticede Anıtlar Yüksek Kurulu yıkım izni verdi orası için. Beni gece arıyorlar gündüz arıyorlar. Akrabalarımı tanıdıklarımı araya sokuyorlar. Ben bu adamları ‘gidin hukuktan arayın hakkınızı. Hukuk döner haklıysanız Anıtlar Yüksek Kurulu’na yazı gönderir lehinize sonuçlanır. Yok haksızsanız yapacak bir şey yok’ dedim gönderdim. Bunlar önce uğraştırlar baya yapamadılar, sonra Ankara’dan siyasilerle falan görüşüp bu işi hallettiler. Türkiye’de yapılmaz diye bir şey yok işin içine siyaset girince, menfaatler girince hallettiler. İşte bu şeylere karşıyım. Aynı şeyler bizim gazetecilikte de var. Basın İlan Kurumu’nu kurdular mesela. Ne güzel. Bu ne demek, basının, gazeteciliğin gelişmesi demek. Ama hiçbir zaman demek değil ki İstanbul’dan aldığı programları televizyonunda göster. Sen de para harca, program yap, farklı ol. İşi bilen adamları getir, işi bilmeyen ne anlar. Dolayısıyla az-çok diye düşünmek yanlış. Nitelik olmalı. Nitelik olursa çok olmasında da bir sakınca yok. Çok seslilik olur belki daha iyi olur. Niteliği, kalitesi iyi olursa satışları da iyi olur. Burada kalite önemli. Bu gazeteler basın kuruluşları birleşse daha iyi olur ama. 14 gazete birleşip 7’ye düşseler, birlik olsalar kalite daha da artar diye düşünüyorum. Bu noktada Atatürk’ün nizamiyelerin girişinde yazan bir sözü vardır ben çok beğenirim; “Birlik ve beraberlik kaderi ilahiden başka her şeyi yener.” İşte birliğin değeri budur. Birlik olsalar daha güçlü olurlar diye düşünüyorum.
 
UZUN YILLAR BU MESLEĞİ YÜRÜTEN DUAYENLERİMİZDENSİNİZ. UNUTAMADIĞINIZ YA DA ANLATMAK İSTEDİĞİNİZ BİR ANINIZ VAR MI? 
 
Bir gün vali beyin yanındaydım. O zamanki özel kalem müdürünün ismini hatırlayamıyorum ama o ben vali beye haber vereyim dedi girdi, birisiyle görüşüyormuş. Onu göndermişler beni içeri aldılar. Vali bey “O Hüsamettin bey hoş geldin” dedi. Ne ikram edeyim sana dedi. Sağol borcum olsun ben ikram için gelmedim dedim. O zaman Kayseri’de bu Sema Yazar Anadolu Lisesi’nin kuruluşu söz konusuydu. O sıra vali beye bir telefon geldi Ankara’dan Almanca eğitim yapan Anadolu lisesi kurulması için binanız var mı diye soruyorlar.  Ben de o zaman Kayseri Ticaret Odası ikinci başkanıyım. Ben hemen atıldım. Valinin telefonda sözünü kestim. Var dedim. Sevdiği saydığı için kırmadı oraya gereken cevabı verdi “Var efendim, hallederiz” diye. Onlar da yazı gönderdiler işte Sema Yazar Anadolu Lisesi kuruldu. Bina? Yok. Var dedin bina nerde var? O zaman ben de aynı zamanda Belsin’de inşaat da yapıyorum. Orada 146 daire yaptırdım. Orda da bir ilkokul binası yapıldı. O binanın adını Sema Yazar Anadolu İlkokulu koyalım. Üst katındaki iki katı da Sema Yazar Anadolu Lisesi olarak verelim. Ben size söz veriyorum. Bu arada particiliğim de var. Anap’ın da il yönetim kurulu üyesiydim. Ankara’ya gittik, yalvardık yakardık. Şimdiki şimdi ki binasını aldık. Burası bilmem ne lisesi olarak kullanılıyordu. Bize verdiler. Burası tamamen Sema Yazar Anadolu Lisesi olarak hayata geçti. Bu münasebetler sırasında gidip gelirken yerel basından arkadaşlar geliyorlar kapıda bekliyorlar. Özel kalem müdürüne gittim dedim ki ‘yahu arkadaş bu adamlar haber toplamak zorunda. Vali beyle mi görüştürürsün, sen mi organize edersin artık ya yanına alma bu arkadaşları, yal vali beye rica et biz gidelim, ben söyleyeyim’ dedim. Tamam dedi. Yani yerel basını hor görüyorlar, ciddiye almıyorlar. Ben gidiyorum vali var, sen gidiyorsun vali yok. Olur mu böyle bir şey. Bu her makamda da oluyor. Bunları ben alenen söyledim. Zaten beni teşvik eden olaylardan birisi de bu oldu. Buranın gelişmesi, büyümesine, yerel basın mensuplarının hakir görülmesi oldu. Ama bu durumlar sadece benim, bir kişinin çabası ile olmuyor. Böyle kurumlar vasıtası ile olacak. Başkan gidecek halledecek bası sorunları, tek başına halledemiyorsa yönetim kurulu ile gidecek, ağırlığını koyacak, masaya vuracak. Benim en çok sevmediğim şey, bana hak etmediğim şeylerin söylenmesidir. Bunu asla kabul etmem. Kavga ederim, belaya kalırım, karşı çıkarım, yahut özür diletirim. Ben bir yandan dükkan çalıştırırken bir yandan da Türk Haberler Ajansı’nda çalışıyordum. En ufak bir olay oldu mu hemen oraya varır haberi yapardım. Sizin gibi devamlı çalışanlardan farksızdım. Bir gün dışarıya çıktım bir hava alayım dedim şöyle benim evim Fuzuli Caddesi’ni geçer geçmez apartmanlar var o apartmanların sonundaydı. Sonra pat küt nasıl böyle silah sesleri. Fuzuli’de bir kahvehaneyi bastılar. Solcularmış güya oradakiler, sağcılar basmış. Ve ben tabi hemen vardım olayın haberini yaptım. TRT’de o zaman ‘Güne Bakış’ diye bir program vardı. En geç kapanan haber program vardı. Bizim buradaki gazeteci arkadaşlar programa bakmışlar ki Kayseri’den haber. Hepsi de çatlamış, kızmışlar ‘vay bize nasıl haber vermemiş’ diye. E buna gazetecilikte haber atlatma denir. Bilmiyorsanız öğrenin işte. Bir de Türk Haberler Ajansı olduğu için o da benim lehime. Sonra buradaki gazeteciler benim yüzümden baya bir fırça yemişler siz neden haberi yapmadınız diye. Bana baya kızmışlardı o dönem. Gerçekten bu işi ciddiye almanın sonucu, yapılan işin başarısıdır. Böyle de bir anım var. Bir gün de Adana’daydım. Orda da evim vardı. Kalp krizi geçirdim. Öğleden sonra Oktay Ensari telefon etti; “Abi, yarın genel kurulumuz var biliyorsun değil mi?” diye. Bilmiyorum aramadınız ki dedim. “Abi neyse yarın mutlaka burada bulunmalısın” dedi. Ben kalp krizi geçirdim dedim. Gelemem doktorum izin vermez dedim. “Görüyor musun abi, tüh! Biz mi gelsek acaba” dedi. Doktor da kesinlikle araba kullanmayacaksın dedi. Ama ben o halde genel kurula katıldım Kayseri’ye gelerek. Yani ben bu haldeyken kalkıp geliyorum da siz niye lakayıt davranıyorsunuz demiştim. Ama şunu da inkar etmemek lazım, gerek Oktay, gerekse Veli. İkisi de bu konuda çok hassasiyet gösterirler. Metin’i de takdir ediyorum. Baktığım zaman diğerlerinden farklı yani. Böyle de bir anımı paylaşmak istedim buradan.
 
HÜSAMETTİN URFALIER, KAYSERİ MEDYASININ BUNDAN SONRASINI NASIL ÖNGÖRÜYOR?
 
Yönetim fedakarlık yapmak zorunda. Metin ve arkadaşları diyeyim ben buna. Yaptıklarını da görüyorum. Mesela bugüne kadar hiçbir başkan düşünüp de bir Kayseri Gazeteciler Cemiyeti dergisi çıkarmadı. Halbuki matbaa da elinin altında, kağıt da elinin altında, basın mensupları da hazır, ekipman da var. Bedavaya basar ve çıkarırdı yani. Çok akıllıca hareket ediyor Metin, takdir ediyorum gerçekten. En güzel şeylerden birisi bu oldu Kayseri basını adına, tanıtımı adına. Ama dergide eksik gördüğüm şeyler var. Mesela bir ayın faaliyetleri ve yapılacak olan faaliyetler bir köşede duyurulmalı. Böyle bir sayfanın olmaması bir eksiklik diye düşünüyorum. Bir de ben neden bir kitap kampanyası olmasın diyorum. Gazeteciler kitap kampanyası yapsın toplumu aydınlatmak adına. Sonra neden gazeteciler Kızılay’a kan bağış kampanyası düzenlemiyor. Gazeteciler topluma örnek olmalı. Ne kadar piyasada olursan o kadar ilgi görürsün. Piyasada olmalı. Ne kadar ilgi görülürse gazeteciler tanınır, ne kadar tanınırsa toplumda etkili olur. 
 
SON OLARAK; GENÇ GAZETECİLERE NELER ÖNERİRSİNİZ, NASIL BİR YOL İZLEMELİDİRLER?
 
Mesleğini sevecek bu bir. İlk yıllarda olgunlaşıncaya kadar para derdinde değil meslek derdinde, iş derdinde olacak. Mesai mefhumu olmayacak, bugün gelirim, yarın giderim gibi şeyler düşünmeyecek. Fedakarlık yapmadan bir yere gelinmiyor. Burada sıkıntı nedir, gazeteler satamıyor. Gazeteler satamayınca maliyetlerine yetecek parayı bulmakta zorlanıyor. Hal böyle olunca çalıştırılan elemanlarda vasıf bile aranmıyor. Yalan dolan olmayacak bu işlerde. Aldığın haberin kaynağını mutlaka ispatlayacaksın öyle zorda kalmayacaksın. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ-FOTO: KADİR YÜZÜGÜLDÜ (GAZETECİLER CEMİYETİ-ANADOLU HABER ORTAK RÖPORTAJI)