Özkeçeci: 'Tarab, müzik dünyamızın ilk patentli enstrümanları arasında yerini aldı'

Son zamanların sevilen müzik enstrümanı olan Tanbur ve Rebap arasında bulunan Tarab ve sanat hakkında Tarab'ın ustası, sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. İlhan Özkeçeci ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Özkeçeci: 'Tarab, müzik dünyamızın ilk patentli enstrümanları arasında yerini aldı'

Yaptığımız söyleşide vücuda getirerek tescili aldığı ve müzik dünyasına kazandırdığı müzik enstrümanı ‘Tarab’ ile sanat hakkında bilgiler veren Kayserili Özkeçeci, “Tarab, müzik dünyamızın ilk patentli enstrümanları arasında yerini aldı” dedi.


SİZİN TASARLADIĞINIZ VE İSMİNİ 'TARAB' KOYDUĞUNUZ MÜZİK ENSTRÜMANINI VE TASARIM SÜRECİNİ BİZE BİRAZ ANLATIR MISINIZ? 

Tarab; formu, tınısı, boyutları, malzemesi, ergonomisi ile yeni tasarlanmış bir Türk musikisi sazı. Daha doğrusu yeniden tasarlanmış. Klasik Türkistan (Orta Asya) sazları içinde rebab olarak bildiğimiz benzer formları var. Tarab onların arkadaşı, ama kendine has özellikleri var. Tarabın üretim macerası bayağı uzun. Rebap çalan bir müzisyen olarak bu sazın bazı teknik eksikliklerini gördüm. Sesi daha güçlü ve icrası daha rahat bir yaylı saz nasıl olabilir düşüncesiyle yeni bir saz üretme fikri doğdu. Tarabın ilk numunesi 1985 yılında ortaya çıktı. Zaman zaman üzerinde çalışmaya devam ettim ve giderek olgunlaştı. Uzun yıllar mütevazi bir köşede bekledi tarab, 2010 yılından itibaren yeni bir platrofmda ilgi odağı oldu. Yıldız Teknik Üniversitesi camiası onu çeşitli toplantılarda dinlemek fırsatını buldu ve çok ilgi gösterdi. Bu yıllarda Tarab’a en yüksek performansa ulaşacak bir norm getirmek için çok uğraştım. Ve sonunda her bir birimi için standart bir ölçü tespit ettim. Teknik çalışmalar bir patent oluşumuna yol açtı ve Tarab resmi olarak marka ve patent tescilini aldım. Bu suretle yakın zamanlarda yaptığım düzenlemelerle müzik dünyamızın ilk patentli enstrümanları arasında yerini aldı. 

TARAB’IN REBAPTAN FARKI NEDİR?
 
Tarab, yayla çalınan orta boy bir müzik aleti, boyu 115 cm’dir. Ahşaptan yapılmış yarımküre şeklindeki bir tekneye, yine ahşaptan yapılmış ve silindirik olarak hazırlanan bir kolun bağlanmasıyla oluşuyor. Dairevi teknenin göğsüne balık derisi geriliyor, bunun üzerinden geçen farklı kalınlıktaki sarımlı teller, üstteki üç adet burguya bağlanarak akortlanıyor. Kol üzerindeki iki oktavlık sese pes tellerdeki bir oktavın ilavesiyle sazın kapasitesi üç oktava çıkıyor. (1oktav=sekizlik ses dizisi) Tarab, kol üzerindeki perde sistemi itibariyle yaylı tanbura, fizik görünüm bakımından da rebaba benziyor. Rebab’ın gövdesi hindistan cevizinden olduğu için standart bir ölçü tutturmak zor olur. Ayrıca Rebab’ın perdeleri olmadığı için sabit ses basma problemi var. Teknesinin ahşap olması perdeli olması ile Tarab’da bunları aştık. Yaylı Tanbur’un ise boyut olarak icra konusunda zorlukları var. Tarab bu açıdan da pratik ve ergonomik bir saz oldu.

TARAB KELİMESİNİN BİR MANASI VAR MI?

Tarab, ‘tanbur’  ve ‘rebab’ isimlerinin bir araya gelmesiyle oluşturduğumuz bir isim. Aynı zamanda ‘Tarab’ kelimesi; şenlik, şetaret, neş’e, coşku, musiki ile kendinden geçme gibi manalara geliyor.


BÖYLE BİR ENSTRÜMANA NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?  

Klâsik musikimizde vurmalı, üflemeli, mızraplı ve yaylı çalgılar kullanılır. Bunların tek tek icrası mümkün olduğu gibi birlikte icra edildiğinde dengeli bir dağılım daha başarılı sonuçlar verir. Klâsik Türk musikisi saz heyetine orta bas tonlardaki yaylı bir sazın girmesi müzikaliteyi daha yüksek tutar. Tarab, klasik Türk musikisi sazları; Ney, Tanbur ve Klasik Kemençe üçlüsüne, bilhassa bas seslerle uyum sağlayabilecek alternatif bir saz oldu. Musikide yaylı sazlar mızraplılardan daha kuşatıcı bir cazibeye sahiptir. Mesela nefesli bir saz olarak neye yaylı bir sesin iştiraki, insan ruhunda derin yansımalar meydana getirir. İnsan sesiyle bütünleşen bu sazlarla yapılan icrada fevkalade duygular hâsılolur. Ayrıca tarabın tamamen yalnız başına (solo olarak) icra edilmesi müzisyen açısından her zaman mümkün ve müessirdir. 


3-TARAB MÜZİK  DÜNYASI TARAFINDAN NASIL KARŞILANDI?

Tarab, sesi çok dokunaklı ve deruni bir saz. Henüz musiki dünyasına tam olarak açıldığını söyleyemeyiz  ama bugüne kadar toplumun çeşitli kesimlerince ses rengi ve tınısı itibariyle beğenilerek dinlendi. 1985 yılından itibaren bu sazla, yurtiçi ve yurtdışında pek çok mekanda solo icraatlar yaptım ve zaman zaman da gruplara dahil olarak konserlerde yer aldık. Tarab’ı dinleme fırsatı bulan bazı üstadlar bu sazı beğendiler.Çünkü ses kalitesi, volümü ve müzikal tesiri hemen fark ediliyor. Ancak proje safhasından yaygın olarak üretime geçmediğimiz için sazın tanınırlığı yeterli değil. Düzenli olarak üretime geçildiğinde mutlaka çok farklı ve etkin yansımaları olacaktır. 

MERAK EDENLER NEREDEN BİLGİ ALABİLİRLER? 

Tarab’ın tanıtımı adına belirli zamanlara yapılan TV haber ve tanıtımlarının yanında halen aktif olan www.tarab.com.tr adresinden sazın özellikleri hakkında bilgi edinilebilir ve icra edilen bazı eserleri dinleyebilirler. Ayrıca web ortamında tarab taksim videolarına da ulaşılabiliyor. 


MÜZİKLE İLGİLİ TARAB’DAN BAŞKA ÇALIŞMALARINIZ VAR MI?

Benim müzikle dostluğum küçük bir çocukken kendi sesimle başladı, bu dostluğa zamanla farklı enstrümanlar katıldı. Asıl sazım Tanbur. 1969-70’de bir lise öğrencisi iken Mızraplı Tanbur icra etmeye başladım. 1973’ten sonra bu sazı İstanbul’da ilerletmek imkânına kavuştum. Üstad Kemal Batanay’dan meşk çalışmalarına devam ettim. İstanbul Üniversitesi Korosu ve diğer musiki meclislerinde bulundum. Aynı zamanda Devlet klasik Türk Müziği korosunda musiki icraatımı geliştirme fırsatı buldum. Müzik benim hayatımın vazgeçilmez bir parçası. 1980’lerde Kayseri’de hem Erciyes Üniversitesi bünyesinde hem belediye konservatuarında muhtelif musiki çalışmaları yaptım. Korolar kurdum, yönettim. Sonrasında uzun yıllar yurtiçinde yurtdışında konserler verdim. Tarab da bu birikimin manidar bir meyvesi. 


GENELLEMEYELİM AMA GÜNÜMÜZDE KLASİK MUSİKİYİ DAHA ÇOK BELLİ YAŞIN ÜZERİNDE İNSANLAR DİNLİYOR. KLASİK MUSİKİNİN GENÇLERE HİTAP ETME NOKTASINDA SIKINTISI MI VAR? 

Tarihe baktığımızda sanatın toplumların hissiyatına refakat ettiğini görürüz. Sanatın sesi olan müziği milletlerin karakterlerinin önemli bir unsuru olarak görüyorum. Hem o milletin ruhundan ilham alan hem de o ruhu besleyen vazgeçilmez temel bir unsur. Her milletin müziği bir bütün, bütün yani her milletin kendine has müziği var, yoksa olmalı. Dolayısıyla müziği Klasik müzik diyerek ayırmak ne kadar doğru? Müzik Türk milletinin tarihine, doğumundan ölümüne, düğününden ibadetine, seferinden zaferine kadar her noktada yeni bir heyecan ve ruh katmıştır. Kundaktaki bebeğin dinlediği ninnilerden, hüznünü, neşesini dillendiren türkülere şarkılarına, inancını aksettiren mevlidinden, ilahisinden ölümüne eşlik eden salâsına kadar hayatın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Yabancı müzik çevreleri ile etkileşimler olabilir bu doğal ama mutlaka temelde kendi karakteri olmalı. Gençler çok fazla yabancı müziğe maruz kalıyorlar. Kulakları zihinleri onlarla doluyor. Şu bir gerçek ki kültürel aktarımda etkili bir araç, hatta kültürel hakimiyette müzik diğer sanat dalları gibi bir silah olarak kullanılabilir. Bazılarının yaptığı gibi müziği inkar etmek çözüm değil. Her ne kadar uzaklaşsak uğraşalım hayatımızdan musikiyi çıkartmak imkanı var mı?  O halde gençler için alternatif sunmalı. Abdülkâdir-i Merâgî’nin, Itrî’nin, Hafız Post’un, İsmail Dede Efendi’nin ve daha nice üstadın ortaya koyduğu herdem taze ve can alıcı eserleri gençlere tanıtmanın bir yolunu bulmalı. Benim Tarab’ı yapmamdaki amaç da bu zaten. Bu ruhun esintilerini taşıyor Tarab... İnşallah genç nesillere ulaşacak. Tarab terapidir, tarab sırdaştır, dosttur, arkadaştır. Keza tarab yârdır, huzurdur, sükundur…


SİZİN SANATLA İLGİLİ FAALİYETLERİNİZ SADECE MÜZİKLE SINIRLI DEĞİL. AYNI ZAMANDA BİR AKADEMİSYENSİNİZ. DİĞER ÇALIŞMALARINIZ HANGİ ALANLARDA?

Bir sanatçı ve bilim insanı olarak güzel sanatlar ve klasik sanatlarımız üzerine eğitim gördüm.
Musiki benim sevdiğim bir dost gibi. Bunun dışında Türk sanatının teorik ve uygulamalı alanlarında yapmış olduğum detaylı ve çeşitli çalışmaları burada zikredebiliriz. Yaklaşık otuz üç yıldır çeşitli üniversiteler bünyesinde öğrenci yetiştirerek bu işin eğitiminde bilfiil hizmet veriyorum. Bu alandaki çalışmalarım makaleler, kitaplar ve muhtelif sergilerle bilim ve sanat âlemine yer aldı. Bu cümleden olarak geçtiğimiz günlerde 10. kitabım Yazıgen Yayıncılık’tan yayınlandı. ‘Türk Sanatında Desen ve Kurgu’ isimli bu eserimde Türk sanatında mimari eserlerin dekorlarında yer alan çini, taş, mermer, ahşap, tezhip, hat gibi unsurlar üzerine inceleme ve analizler yer alıyor. Hat ve tezhip çalışmalarım, yağlıboya tablolar, farklı kullanımlar için hazırladığım tasarımlar faaliyetlerimin diğer yönlerini teşkil ediyor.


HOCAM SİZİ “HEZARFEN” OLARAK NİTELESEK YANLIŞ OLMAZ HERHALDE, BU KADAR FARKLI ÇALIŞMAYI BİRLİKTE YÜRÜTMEK ZOR OLMUYOR MU? 

Her tarakta bezi olunca dağılıyor bazen insan. Ama severek yaptığım için zorlansam bile hiç birinden vazgeçemem. Zaman zaman birine daha çok yoğunlaşmak gerekiyor.Mesela kitapları hazırlarken araştırma ve hazırlık safhasında özellikle son zamanlarda vakti tamamen ona hasretmek gerekiyor veya Tarab’ın normlarını oluşturduğum zaman aylarca ona uğraştım. Bazen bir tabloya, bazen bir istife, bazen bir makaleye odaklanıyorum, diğer faaliyetleri biraz arka plana itiyorum. Türk kültür ve sanatının bin yıllara uzanan zengin bir geçmişi var.  Bu öylesine bereketli bir kaynak ki, tarih boyunca bu sanatın göz alıcı yansımaları insanlığa ışık tutmuş. Bu aydınlık ‘istifade edilebildiği sürece’ bugün de yolumuzu ışıtacak. Bizim yapmış olduğumuz,bu verimli ve besleyici kaynağı daha yakından tanıma ve gelecek nesillere anlatma çabası. 

BUNDAN SONRA NE TÜR ÇALIŞMALAR HEDEFLİYORSUNUZ? 

Allah izin verdiği sürece kitaplara, eğitime, tasarımlara, güzel ve doğru bildiğimizi aktarmaya devam etmak isterim. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ