Daştan: 'Bakan'a açık mektubu yargıdaki sorunların çözümü adına 'kıvılcım yakmak' için yazdım'

Kayseri eski hakimi olan ve şu anda da Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Üyeliği görevini yürüten İstinaf Hakimi Necati Daştan ile Adalet Bakanı Gül'e yazmış olduğu açık mektubu konuştuk.

Daştan: 'Bakan'a açık mektubu yargıdaki sorunların çözümü adına 'kıvılcım yakmak' için yazdım'

Gerçekleşen söyleşide Daştan, adalete olan güvenin düşük olduğunu söyledi ve konuya ilişkin çözüm önerilerini bizimle paylaştı.
 
SAYIN DAŞTAN, ADALET BAKANINA AÇIK BİR MEKTUP YAZDINIZ. BU MEKTUBU YAZMA AMACINIZ NEYDİ, BİZİMLE PAYLAŞIR MISINIZ?
 
Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Adaletin çok büyük sorunları var; bir bakanın tek başına üstesinden gelemeyeceği sorunlar bunlar. Zira dünden bugüne sorunlar birikerek geldi. Geçmiş dönemde ciddi neşter vurulmadı maalesef. Adalette yapılan reformlar işin özüne ait değil yüzeyine ait oldu hep. Bu nedenle bir türlü çözülemiyor. Adaletin sorunlarının çözülüp çözülmediğini adalet olan güven endeksinden anlayabilirsiniz. Ben güven endeksini ikiye ayırıyorum. Halkın güveni ve hukukçuların güveni. Aslında hukukçuların güveni bence daha önemli. Çünkü herkesin adliyeye işi düşmediği için herkesin adalet hakkında bir kanaati olmayabilir. Ancak hukukçular adaletin seyrini daha iyi takip ediyorlar. Son Yıllarda bu konuda bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ama halkın güven endeksinden farklı olduğunu sanmıyorum. Sayın adalet bakanımızla tanışma fırsatı bulmuş biri olarak sayın bakanımızı gayretli iyi niyetli ve adalete dair güzel şeyler yapma hevesi olduğunu müşahade ettim. Zaten bakan beyi tanıyanlar da böyle tarif ediyorlar. Lakin bakan bey hakim-savcılıktan gelmediği için teşkilatın iç sorunlarına yabancı olma ihtimali ile bu konuya dikkat çekmek istedim. Sayın Bakan yeni olduğu için işini kolaylaştırmak adına hem teşkilatımızın bir fotoğrafını çekmek hem bakış açısını genişletmek ve sorunların temel kaynağının ne olduğu hususunda bir kıvılcım yakmak istedim. Çünkü şahsen adaletin sorunlarının ancak radikal bir bakış açısıyla çözüleceğine inanıyorum. Aksi olsaydı Avrupa Birliği  sürecinde bu sorunları çözmüş olurduk.
 
PEKİ NEDEN AÇIK MEKTUP?
 
Evet güzel bir soru. Açık mektubun özelliği mektubun kamuoyu ile paylaşılması ve tartışılmasıdır. Toplumun bilgi dağarcığına katkı yapmasıdır. Toplumun da bu sorunlara karşı bir katkı sağlaması ve duyarlı olmasını temin etmektir. Ayrıca bu yolun amacı mektubun mutlaka muhatabı tarafından okunmasını garanti etmektir. Açık mektuplar muhatabı tarafından öyle ya da böyle mutlaka okunurlar ve üstelik dikkatlice okunurlar.
 
NASIL TEPKİLER ALDINIZ?
 
Henüz sayın bakanımdan veya bakanlık bürokratlarından bana dönüş olmadı. Ancak hukukçulardan öğretim üyelerinden profesörlerden ve hakim savcılardan çok  olumlu tepkiler aldım. Mektubunuzu gözlerim dolarak okudum diyenlerden tutun da bu mektubu bakan beye iletmek istiyoruz rızanız olur mu diyenlere kadar çok olumlu tepkiler aldım. Bu konu adaletin ne kadar önemli olduğunu ve adaletteki sorunların çözümü hususunda büyük bir beklenti olduğunu gösteriyor bize. Çocuk düştüğü yerden kalkar. Bizim başımıza gelen sorunların büyük çoğunluğunun ben adaletteki zafiyetler nedeniyle olduğunu düşünüyorum o yüzden bu ülkeyi ayağa kaldıracaksak adalet ve eğitimle kaldıracağız. Bu iki faktörü ıskalayan hiçbir projenin başarı şansı yoktur.
 
GELELİM MEKTUBA... MEKTUBUNUZDA BAZI DETAYLAR GÖZÜMÜZE ÇARPIYOR. MESELA BÜROKRATİK ENVANTER DİYORSUNUZ, NEDİR O  BU BİRAZ AÇAR MISINIZ?
 
Bürokratik envanter bir benzetme. Teşbihte hata olmaz. Adaletin bünyesinde çalışan kim varsa onların MR’ ını çekmek adeta. Yani kim  hangi işi yapıyor, hangi işi daha iyi yapar, hangi personelin takviyeye ihtiyacı var, hangi personelin görev değişikliğine ihtiyacı var. Bunları tespit amaçlı bir araştırma. Bu çok yönlü olarak yapılıyor birinci aşamada kişiye sorarsınız sen kendini nasıl tanıtırsın mesela bir hakim diyorsa ki ben aslında savcı olmalıydım şu özelliklerimden dolayı savcılığı daha iyi yaparım diyorsa bu durumu bizim bilmemiz gerekiyor. Belki uygun ortam olduğunda onu savcı olarak değerlendirmek gerekebilir. Biri ben idari görev yapamıyorum ben hakimlik mesleğine daha uygun bir kişiliğim var.  Bir başkası ben interneti ve bilgisayarı çok iyi kullanıyorum bana bununla ilgili bir görev verilmeli.  Bir başkası sosyal projelerde rol alabilir vs.  Bir başkası benim orijinal fikirlerim var bunları değerlendirebilirim. Bunun gibi.
 
İkinci adımda yakın mesai arkadaşlarına sorular sorulabilir. Bu arkadaşınız size göre en iyi hangi görevi başarıyla yerine getirir veya bu arkadaşın meziyetleri nedir zaafları nedir. Buna hangi görevi verirsek en iyi verimi alırız vs. çünkü bir insanın kendinden başka en iyi tanıyan mesai arkadaşlarıdır. Hatta bu çalışmayı bir adım ileri götürebilir personelin ve hakimlerin eşlerine dahi sorulabilir eşinizi nasıl tanımlıyorsunuz eşinizi hangi işte daha başarılı görebiliriz gibi. Toplanan bu bilgiler HSK’ nın arşivinde saklanmalıdır günü geldiğinde kullanılmak üzere. Çünkü bir insanın görevde tanımak israftır asıl olan onu göreve atamadan tanıyabilmek. Elbette hatalar olacaktır. Ancak bu yöntem hataları en aza indirecektir.
 
MEMNUNİYET ANKETİNE NEDEN İHTİYAÇ VAR?
 
Şöyle ki 15 Temmuz'dan itibaren en çok savrulan kurum adalet oldu. Meslektaşlarının üçte birinin ihraç olduğu başka bir kurum yoktur bu ülkede. Kimileri tekrar döndü. Bu elbette ki büyük sorunlar yaşattı. Zira hem kendi içinde büyük çalkantılar verdi ve kendi davalarına bakmak zorunda kaldı hem de ülkenin tüm FETÖ soruşturmaları bu kurumda yapıldığı için iki yönlü sıkıntılar yargıyı hallaç pamuğu gibi etkiledi. Hakim savcılar bugün çok yorgunlar. Bunu en iyi içeridekiler bilir. Lakin kol kırılır yen içinde kalır misali dışarıya yansıtılmıyor. Bu nedenle gelinen noktada hem hakim savcıların moral durumlarını tespit hem onları motive etmek babından neler yapılabilir en büyük beklentileri nedir onların tespiti için 100 soruluk bir memnuniyet  anketi yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zira bu sorunların cevabini Ankara’daki bürokratlara sorarak hakkıyla öğrenme şansınız yoktur.
 
ANKARA’DAKİ KÖRELMEDEN BAHSETMİŞSİNİZ AÇARMISINIZ BUNU?
 
Bir mahallede uzun yıllardır oturursanız yahut bir okulda uzun yıllarca idareci olursanız artık o okulun veya o mahallenin eksiklerini görmemeye başlarsınız. Çünkü hayat dinamiktir hayat sürekli değişiyor çok şey yenileniyor. Ancak siz bunu algılamakta zorlanırsınız, bunu fark etmenin yolu o okuldan başka bir okula gitmek ve daha sonra tekrar aynı okula gelmek olabilir. Yaşadığınız şehrin veya mahallenin de eksiklerini görme şansınız  zayıftır zira mukayese edecek doneleriniz yetersizdir. Ben Ankara’da görev yapmadım ancak oradaki havayı iyi biliyorum. Ankara’nın insanı esir alan ve başkentin  çarklarına uyak uymaya zorlayan bir yapısı var. Ankara atmosferi,  insanı adeta esir alır. Bulunduğu makamı korumaktır ilk hedef, bu nedenle ülke için, adalet için fazla bir gayretin içinde olmayanlar mutlaka olabiliyor. Bu sorunları azaltmak için tepeden bir tazyik gerekiyor bunu ifade etmek istedim ufku geniş insanların bu birimlerde görev yapması ve bakana yardımcı olmaları gerekmektedir. Zira teşkilattan kopan bürokratlar teşkilatın sorunlarına da yabancılaşıyorlar.
 
ADALETTEKİ ÇALIŞMA BARIŞINI BOZAN UNSURLAR NEDİR?
 
Tek kelime ile adaletsizlik. Öyle hakimler var ki Ankara’nın doğusuna gitmemiş, öyle hakimler var ki Ankara’nın batısına gitmemiş bu haksızlıklar meslektaşlarda moral bozukluğu oluşturuyor ayrıca kimi hakimin iş yükü daha ağır kiminin iş yükü daha hafif aradaki bu dengesizliği tatmin edecek enstrümanlar da yok benim bu konuda esnek terfi sistemi adıyla bir çalışmam vardı 3 aylık emekle  ortaya koyduğum HSK’ nın arşivinde vardır sayın bakanımız isterse onu bulup gündeme getirebilir. Tamamen çalışmayı motive eden bir sistem,herkesin memnun olacağı bir sistem. İnsanlar haksızlığa uğradığında moral ve motivasyonlar kayboluyor ne yazık ki.
 
YIPRANMA TAZMİNATI NEDEN GEREKLİ HAKİMLER İÇİN?
 
Bakın size bir şey söyleyeyim eğer hakkını vererek hakimlik yapıyorsanız bu ülkenin en ağır işlerinden birini yapıyorsunuz demektir. Hakimlerin yıpranmadığını iddia etmek ya bu mesleğin özünü tanımamak ya da aklı inkar anlamına gelir insanın. 20 yıllık bir hakimin bile ansızın ve hazırlıksız bir şekilde  tayine maruz kaldığı bir sistemde hakimin eşi çocukları ile nasıl bir travma yaşadığını düşünün. Ve bir yıl sonrasının ne olacağını hiç kimsenin bilmediği Bir sistem. Kimsenin  geleceğe dönük hesaplar  yapamadığı bir teşkilat. Buna bir de ağır iş yükünü ekleyin. Sadece vicdan yükü bile bu mesleğin yıpratıcı olduğunun en büyük kanıtı. Askeri hakimler yıpranma tazminatı alırken normal hakimlerin almaması büyük bir haksızlık ayrıca son yıllarda çok tartışılan ve büyük sorunlar yaşayan hakimler için bir moral  kaynağını olacaktır eminim. Aslında yıpranma tazminatının çıkarılmama nedenlerinden biri de hakimler emekli olur ve teşkilat boşalır endişesidir. Bence bu mantık yanlıştır. Zira hakimler emekli olsalar da yapılacak bir ek düzenleme ile bir çoğu çalışmaya devam edecektir. Ancak bu yıpranma tazminatı  olması onlar için büyük bir güvence olacak ve emekliliği garanti etmenin huzuruyla görev yapacaklardır. Böyle bir kanun çıksa bile ben emekli olma oranının yüzde 5-10'u geçemeyeceğini düşünüyorum.
 
ADALETİN EN BÜYÜK SORUNU NEDİR SİZCE?
 
Bence topluma güven verebiliyor muyuz veremiyor muyuz en önemli sorun bu. Yani insanlar sokakta yürürken başıma bir şey gelse acaba adalet bunun icabına bakar mı endişesi taşıyorsa o ülkede adalet sorunlu demektir. 
 
SON OLARAK BİR DE ANNESİYLE MAHKUM OLAN ÇOCUKLAR VAR MALUM GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE O ÇOCUKLARDAN BİRİSİ DE KOĞUŞTA DÜŞMÜŞ VE YARALANMIŞTI. BUNLARLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR?
 
 Adalet Bakanlığı’nın verdiği cevaplara göre 2017 yılı Nisan ayı itibariyle, Türkiye’de ceza infaz kurumlarında çocuğuyla kalan mahpus sayısı; 171’i tutuklu; 345’i hükümlü olmak üzere 516.Yine aynı verilere göre cezaevlerinde birden fazla çocuğuyla kalan anne mahpus sayısı; 16’sıtutuklu; 28’i hükümlü olmak üzere 44’tür.
 
Anneleriyle beraber bazen doğumda, bazen de doğumdan kısa süre sonra cezaeviyle tanışan çocuklar, ceza infaz sisteminde karşılaşılan en can yakıcı sorunlardan biri. Türkiye’de, annesi hüküm giyen veya tutuklanan 0-6 yaş grubu çocukların önünde 3 seçenek bulunuyor; dışarıda kendisine bakacak yakınları varsa onların yanında kalabilmekte ve hayatlarını bu şekilde devam ettirmekteler. Kendilerine bakacak kimse yoksa hapishanede anneleriyle tutulmakta. Annelerinin kabul etmemesi durumunda, ‘devlet koruması altında olan’ çocuk yuvalarına yerleştirilmekte. Bununla birlikte, çocuklarından ayrılmak istemeyen anneler çoğunlukla, dışarıda çocuklarına bakacak aile fertleri olsa dahi emzirme çağında olmaları veya güvenlik gibi nedenlerle hapishane koşullarına rağmen çocuklarının yanlarında kalmasını istedikleri biliniyor. Çocuğu olan annelerin cezaevine çocuklarını sokmasında bir mecburiyet yok. Ancak diğer koşullar elvermeyince anneler çocuklarını 2. İhtimali seçerek yanlarına alıyorlar. Burada devlet olarak bir tercih yapmak zorundayız. Suç işleyen elbette cezasını çekmeli çocuğunu bahane ederek bu cezadan kurtulmamalı. Ancak ortada bir çocuk var ve bu çocuğun geleceği ve gelişimi teminat altına alınmalı aksi halde yeni bir suçlu meydana getirmiş olabilir.  En güzeli çocuklu anneler için özle cezaevi inşa etmektir içinde çocuklar için her türlü oyun ve eğitim imkanı olan cezaevleri. Türkiye’de büyük şehirlerde kurulabilir. Çocuğun kaderi annesinin kaderine mahkum edilmemeli. Ancak şunu da göz ardı etmeyelim. Dışarıdaki çocukların güvenliğini ve eğitimini bile yeteri kadar güvence altına alamıyoruz. Anne mahpusların yanında, hapiste tutulan 0-6 yaş arası çocuk sayısı 291’i erkek, 269’u kız çocuğu olmak üzere toplam 560.
 
Çocuklar bulutlara hasret büyüyorlar
 
Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre hapishanelerde annesinin yanında yaşamak zorunda kalan 560 çocuktan yalnızca 100’ü açık havayı görebiliyor. Açık hapishanede kısmen de olsa dışarıdakine benzer bir ortamda yaşayan bu çocukların dışında kalan 460 çocuk ise bir bölümü yüksek güvenlikli olan hapishanelerde, kuşları, bulutları öğrenemeden, gri duvarların ve dikenli tellerin ardında yaşamaya çalışıyorlar. Pek çok çocuğun konuşmak güçlü çektiği biliniyor. Aslında bu çocuklar bizim milli hazinemiz bunları ne kadar düşünür ve onlar için bir şeyler yapabilirsek aslında bunu geleceğimiz için yapmış olacağız. Çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu varlık annedir. Diğer faktörler ikinci sırada gelir. Bu nedenle çocuğun gelişimine etki eden diğer faktörleri imkanlar ölçüsünde temin etmek gerekiyor tabi bu arada suç ve ceza dengesini bozmadan. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ